top of page

Tarım Alanlarının Savaş Alanına Dönüşmesi

Düşünülmeyen Bir Çevre Felâketi


İnsanlık küresel ısınmayla mücadelesini bu tür duyarlılıklarla yürütürken, kentleri akıllı kentlere dönüştürmeye çalışırken, uluslararası anlaşmazlıkların savaşlara dönüşmesi, kuşaklar boyu yan etkilere neden olabilecek devasa kirlenmeleri ortaya çıkarabilecektir.


Biz mimarlar, kent plancıları ve mühendisler çeşitli ulusal ve uluslararası yeşil bina/çevre sertifikasyonlarıyla binalarımızı ve yerleşmelerimizi daha akılcı tasarlayarak sera gazı salımlarını düşürmeye çalışıyoruz. Ancak bu çaba, insan yerleşmelerinin karbon salımını kılı kırk yararak hesaplamak ve en aza indirmek için yeterli değil. Ulaştırma sektöründeki teknolojik çalışmalar, sektörün yoğun sera gazı salımı nedeniyle emisyonu çok düşük ulaşım araçlarına geçme çabasıyla hızla gelişiyor. İnsanlık küresel ısınmayla mücadelesini bu tür duyarlılıklarla yürütürken, kentleri akıllı kentlere dönüştürmeye çalışırken, uluslararası anlaşmazlıkların savaşlara dönüşmesi, kuşaklar boyu yan etkilere neden olabilecek devasa kirlenmeleri ortaya çıkarabilecektir.


Kuzeyimizdeki savaş, aramızda Karadeniz de olsa, yaklaşık 8 aydır sürüyor. Her gün televizyon kanallarından çarpıcı görüntüleri, şehirlerin damlarına çıkan muhabirlerden, bazen canlı bazen de banttan izliyoruz. Meraklıları da sosyal medya kanallarındaki paylaşımları internetten izleyebiliyor. Haber sonrası kuşağında eskiden diziler veya vizyoner halk arenaları izlenirken, epeydir çoğunlukla da emekli askerlerin, elçilerin ve gazetecilerin strateji bilgilerini paylaştıkları “vizyon açıcı” bitmez tükenmez strateji programları izliyoruz. Ekranlar vasıtasıyla savaşın tüm ayrıntılarını haberlerden takip ederek tarafların stratejilerini, savaşın görünen ve görünmeyen yanlarını hep beraber anlamaya çalışıyoruz. Sivil ve masum insanların kayıplarını, bir ülke halkının yaklaşık üçte birinin göçmene dönüşmesini ve diğer taraf olan Rusya’daysa askerlik yaşındaki insanların cepheye gitmemek için bulabildikleri her yolla ülkelerini terk edişini hüzünle izliyoruz.


Çeşitli programlarda bir ülkenin tarihi yapılarının, alt yapısıyla birlikte eserlerinin yıkımı, sekiz aydır süren strateji programlarında da bu savaşın nedenleri ele alınırken, kanımca gözden kaçan önemli bir ayrıntı, sadece insanların ve kentlerin değil, savaş alanı haline gelen kırların/ tarım alanlarının durumu.


Savaşı Canlı Yayınlarda İzlerken Gözde Çarpanlar

Birkaç aydır özellikle her iki tarafın da başarıyla yürüttüğü iletişim savaşının ana teması olan, dronla elde edilen savaş alanlarının kuşbakışı görüntüleri, dikkatlerimizi başka bir yöne çekmeye başladı. Bu görüntüler dikkatle izlendiğinde, farklı rakamlar beyan edilse de, iki tarafın da ortak olarak tahrip ettiği onbinlerce zırhlı araç ve tank görüyoruz. Bunlara ek olarak dikkat çeken başka bir konuysa, kırsal alanlarda ve özellikle tarlalarda, savaşla birlikte oluşan binlerce çukur; ve bu çukurlar, akla pek çok olumsuzluğu getirmeye başladı. Yoğun çatışma yaşanmış veya çoklu bombalamaya maruz kalmış bazı alanlarda, sürülmüş tarlaların ve tahrip olmuş tankların etrafının, Ay yüzeyini andıran binlerce kraterle dolduğunu görüyoruz.


“Yoğun çatışma yaşanmış veya çoklu bombalamaya maruz kalmış bazı alanlarda, sürülmüş tarlaların ve tahrip olmuş tankların etrafının, Ay yüzeyini andıran binlerce kraterle dolduğunu görüyoruz.”

Bu maalesef bizlere, savaşın (Zaporijya ve Çernobil santrallerinin savaşın ortasında kalarak çatışma alanının bir parçasına dönüşmesi kadar riskli görülmese de), ilk bakışta dikkat çekmeyen ama çok sinsi ve yaygın etkisi olan bir çevre felâketinin ilk adımları olduğunu düşündürüyor. Her iki taraf da, yani hem ABD ile AB koalisyonu ve hem de Rusya, silahlarının etkinliğini sadece rota bulucu ve hedef keskinliğini artırıcı sayısal teknolojilerle yükseltmiyor. Tarafların, bomba ve füzelerinde, hedeflerine vardığında vuruş tahrip gücünü (bilhassa zırhlı araçlara karşı) artırıcı zayıflatılmış nükleer katkılar içeren bomba ve füze patlayıcılar kullandığı kamuoyunda çok az biliniyor. Kuşkusuz, havadan görüntülerde izlenen durum da, kullanılan füze ve bombaların önemli bir kısmının, hedeflerini vuramayıp tarımsal veya kırsal yerleşmelerin açık alanlarında patladıklarını gösteriyor.



Savaşı Canlı Yayınlarda İzlerken Gözden Kaçanlar

Geçmiş ABD ve NATO operasyonlarında, yüksek teknoloji ürünü mühimmatların büyük bir kısmının etki artırıcı uranyum U-238 katkılı olduğu ve infilak ettikleri tank vb araçların yakınlarında ve hedefleri şaştığında tüm savaş bölgelerinde bu radyoaktif toz katkılarının yayıldığı saptanmıştır. Zayıflatılmış uranyum (DU), çoğunlukla uranyum 238 izotopundan oluşan ve nükleer silah veya reaktörlerde kullanılan zenginleştirilmiş uranyum ve dolayısıyla plütonyum üretim işlemlerinin yan ürünü olarak ortaya çıkmaktadır. Seyreltilmiş uranyum içeren bu patlayıcıların, ABD ve İngiltere güçleri tarafından hem Körfez Savaşı’nda ve hem de Eski Yugoslavya iç savaşına müdahale esnasında, bilhassa Sırbistan ve Kosova’da kullanıldığı biliniyor. İngiliz Kraliyet Silahlı Kuvvetleri, Irak’ta kullanılan seyreltilmiş uranyum katkılı toplam patlayıcı miktarının 340 ton olduğunu tahmin ediyor. Bu katkılar sadece patladıkları alanda kalmıyor, rüzgârla uzak noktalara kadar taşınan toz bulutlarıyla serpinti halinde yayılarak toprağa düşüyor.


Seyreltilmiş uranyum esasen radyoaktif atık olduğu için, genellikle nükleer programları olan ülkelerde yaygın olarak bulunabiliyor. Zırh delici roketler, seyreltilmiş uranyum darbesinin etkisiyle yüksek nitelikli zırhları tutuşturur ve yanarak, araçların içine püskürmesine neden olur. Hedefi şaşanlar bunun haricindedir, onlar hedefi vurmasalar da, patlayarak doğada zararlı bileşiklerini serbestçe yaymaya başlar. Patlamalar esnasında mikro boyutlu uranyum parçacıkları rüzgârın etkisiyle yüzlerce kilometre öteye taşınabilir. Fiziki olarak, yaklaşık 4,5 milyar yıl ömrü olan U-238 tozunun, savaş alanlarının içinde kalan halkı kalıcı olarak etkilediği ve topraklarını da sağlık riskleriyle başbaşa bıraktığı yayımlanan makalelerden görülmektedir. Bu konuda yazılmış açık erişimli makalelerde duruma değinilmektedir.


1 milyon 600 bin nüfusa sahip Basra kenti, Körfez Savaşı’nda ağır bombardıman altında kalmış, seyreltilmiş uranyum içeren patlayıcılarla kent ve yakın çevresi yıkılmıştır. Savaşın nihayetlenmesinden sonra seyreltilmiş uranyum mühimmatları ile vurulan ve terk edilen tanklar çocuklar için bir oyun alanı oldu. Buradaki hurda içinden metal parça almak için alana giren çocuk, yetişkin, birçok kişi fiili savaştan arta kalan uranyum tozları ile temas etti.1


“8 ayı geride bırakan bu savaşta, bu ürünlerin üretildiği tarım alanlarının savaş dışında tutulduğu ve (yazının başlangıcında ifade edilen) savaş alanlarında 10 binlerce Rus ve/veya Ukrayna zırhlı aracının imhasında her iki tarafın da zayıflatılmış radyoaktif madde içeren silah kullanmadığı söylenebilir mi?”



Hedefler de Bombalar da Genellikle Tarlalarda

Bu tür bomba veya roketlerdeki zayıf nükleer katkılar, nükleer enerji üretiminin yan ürünleri olarak açığa çıkmaktadır ve silah sanayisi de bu atıkları talep eden ve değerlendiren en önemli sektör olarak nitelenmektedir. Özetle, nükleer enerji üretiminin yan ürünü ya da “talaşı” olan atıklar, silah endüstrisinin en çok talep ettiği ürünlere “zenginlik” ve “etki” katan patlayıcı malzemeler haline gelmiştir.

Fotoğraf Haziran 2022’de Çernihiv yakınlarında kış buğdayını göstermektedir. Kaynak: NASA.

Bunların silah endüstrisindeki gelişmesinin etkileri, ilk başlarda Irak Savaşı’nda kullanılan anti-tank bombalarının kullanıldığı, çoğunlukla kırsal alanlarda kalan bölgelerdeki tarım ürünlerinde ve özellikle de savaş çöpü olarak terk edilen zırhlı araçlarda oynayan çocuklarda görülmeye başlamıştır. Ancak yaygın etkisi, bu alanlardaki kuru ve sulu tarım ürünleriyle beslenen tüm yerel halkta, oranları birkaç yıl içinde hızla katlanarak artan kanser vakalarıyla anlaşılmıştır: “1 milyon 600 bin nüfusa sahip olan Basra kenti, Körfez Savaşı’nda ağır bombardıman altında kalmış, seyreltilmiş uranyum içeren patlayıcılarla kent ve yakın çevresi yıkılmıştır. Savaşın nihayetlenmesinden sonra seyreltilmiş uranyum mühimmatları ile vurulan ve terk edilen tanklar çocuklar için bir oyun alanı oldu. Buradaki hurda içinden metal parça almak için alana giren çocuk, yetişkin, birçok kişi fiili savaştan arta kalan uranyum tozları ile temas etti.”1


Bilinmeyenler: Kullanılan Bombaların Yaygın Sağlık Etkileri


Ukrayna’nın Mykolaiv kentinde 22 Temmuz’da bir buğday tarlasında patlamamış bir roket. Fotoğraf: Natalie Keyssar.

“Savaş ganimeti” olarak görülebilen veya savaş çöpleri olan bu artık araç gerecin hurda olarak alınıp satılması, eritilerek yapı veya başka sanayi kollarında kullanılması da, bahsedilen U-238 etkisinin yaygınlığını ve sağlığa etkilerini artırmaktadır.

Diğer yandan, bu atıklar, binyıllarca süreceği tahmin edilen “radyoaktif yarılanma yaşı”yla, saçıldığı alanlarda ve özellikle savaş alanına dönüşen tarlalarda, yağan yağmurlarla birlikte toprağın derinliklerine inmekte ve yeraltı su kaynaklarına karışmaktadır. Diğer yandan da, tarımsal ürünlere, sulama ve toprak aracılığıyla sulu ve kuru tarım yapılan tarımsal alanlara yayılmakta oldukları saptanmıştır.


Seyreltilmiş uranyum 238 (U-238) solunum ve sindirim sistemi yoluyla ya da bahse konu hurda vb ile temas eden deri yüzeyinden, bunlardaki açık yaralarla vücuda alınır. U-238’in vücuttan atılamayan kısmıysa kemikler, ilikler ve çevreleyen dokularda kalır. Bu zehirleyicilerin, esasen alfa ışıması kaynaklı olsalar da, zamanla beta ve gama radyasyon ışımasına sahip oldukları bilinmektedir. En önemli etkileri DNA mutasyonu yaratmalarıdır ki, insanlarda yarattığı etkiler genellikle zamansız doğum, sakat doğumlar, eksik organlı doğumlar ve sindirim böbrek vb iç organlardaki kanser vb hastalıklardır. Körfez (Irak) Savaşı (1990-91) ve Bosna Savaşı’nı (1998) takip eden bulgular, aynı türde yıkıcı etkiye sahip güçlendirilmiş cephanelerin kullanıldığı iki ayrı tarih dilimi ve coğrafyada benzer etkilerin tarım ürünleri, insan ve hayvanlarda ortaya çıktığını göstermiştir. Birinci Körfez Savaşı’ndan sonra 1995 yılında Basra’da yapılan kapsamlı bir tıbbi araştırmanın analiz sonuçlarının ortaya koyduğu hazin durumu, aşağıdaki paragraf en etkili şekilde sergilemektedir: “Basra’da kalıtsal bozukluk oranı 1990’da ‰3,04’ten, 1998’de ‰7,76 oranına çıktı. Kalıtsal kalp hastalıkları ve kromozomal bozuklukların yanı sıra, başsız doğan, tek gözlü, açık karın bölgeli, açık omurgalı, eksik uzuvlu, balık tenli, yırtık damaklı ve cüce çocukların da içinde olduğu semptomlar gözlemlendi. Basra Üniversitesi tarafından yapılan bu bilimsel araştırma çocuklardaki kan kanseri oranının %100 arttığı, 1990 ile 1998 arasındaki çocuklarda görülen tümör oranının %242 oranında arttığını ispatladı. Güçlendirilmiş radyasyon sayacı ile yapılan benzer saha araştırmalarına konu olan alanların çoğunlukla seyreltilmiş uranyum mermisi ile vurulan tankların çevresi olduğu görülmüştür.”


“İki ülke arasında sürüp giden bu savaşın acilen durması gereklidir. Zira zayıflatılmış bombalarla giderek ekolojik bir afete uğramaya başlayan topraktan gelen mahsulün etkilerinin, gelecekte

sadece Ukrayna halkında değil, bu savaşa hiç taraf olmayan uzak ülke halklarında da görüleceğini söylemek yanlış olmayacaktır.”


Planet Labs uyduları ve Avrupa Uzay Ajansı’nın Sentinel-2 misyonundan elde edilen ve NASA Harvest tarafından işlenip analiz edilen verilere dayanan üstteki harita, 13 Haziran 2022 itibariyle Ukrayna’daki yaz ve kış mahsullerinin dağılımını gösteriyor. NASA Harvest’ın analizine göre,

Savaşta kullanılan seyreltilmiş uranyum cephanesinin etkisi son yıllarda anlaşılmaya başlamıştır. Birleşmiş Milletler (BM) Çevre Programı’na göre, “Savaş alanlarında seyreltilmiş uranyumun kullanılmasının sonuçları, çevresel kirliliğe yol açmaktadır”. 1992-95 Savaşında Kosova ve Sırbistan halkı, 2003-2004 yıllarındaki Irak’ın işgali sırasında Felluce ve diğer Irak şehirlerinin halkları ve tüm askerler, kullanılan seyreltilmiş uranyuma maruz kalmış ve doğrudan etkilenmiştir.


1999’da Sırbistan’ı bombalarken NATO’nun, 30.000 ton civarında bomba kullandığı ve bunların önemli bir kısmının da zayıflatılmış U-238 içerdiği saptanmıştır. Devamında Sırbistan ve Kosova’da kanser sayılarında yükseliş olduğu ve engelli çocuk doğum oranının iki misline çıktığı, Barış Gücü’ndeki İtalyan askerlerinde yapılan bir analizde ise, NATO görev gücündeki 366 İtalyan askerinin kan kanseri olduğu ve bu orandaki hastalıkların terhisten sonra da görev yerlerine bağlı olarak zamanla yaşandığı görülmüştür.


ABD ordusunun sadece Körfez Savaşı’nda değil, 1999’da NATO’nun Yugoslavya’yı bombalaması esnasında ve 2003’teki Irak Savaşı’nda büyük miktarda zayıflatılmış uranyum katkılı bomba kullandığı görülmüştür. 7500 İtalyan askerinin, Kosova ve Bosna’daki görevlerini takiben ilik kanserine yakalanma oranının (0,005) rastlantı olamayacağı belirtilmektedir. Pentagon “Zayıflatılmış Uranyum Bomba Geliştirme Projesi”nin eski sorumlusu Doug Rokke’un, Irak Savaşı sonrasında basına verdiği demeçte, zayıflatılmış uranyum bombası kullanmanın bir ülkenin halkına ve çevresine tamiri imkânsız zararlar getirmesinin insanlığa karşı işlenmiş bir suç olduğunu itiraf etmesi basında yer almıştır. Bir araştırma raporunda, Irak’ın başkenti Bağdat’ta, radyasyon seviyesinin normal seviyenin bin kat üzerinde çıktığı birçok bölge tespit edildiği belirtilmiştir.3


Gözden Kaçan ve Hiç Akla Gelmeyen Çevresel Etkiler Ukrayna’da savaşın sürdüğü doğu bölgelerindeki çatışma alanları tıpkı Ukrayna’nın diğer bölgeleri gibi verimli tarımsal üretimin, özellikle hububat üretiminin yoğun olduğu bölgelerdir. Dünya, iki büyük nükleer santralde bir hasar oluşmasın diye korku içinde savaşı izlerken, aslında kamuoyunun ilgisi, ormanı görmeyip “ağaç”a odaklanmaktadır. Savaş boyunca durdurulamayan tarımsal faaliyetler sürmekte ve hasatlar her şeye rağmen çiftçilerce yapılmaktadır. Buradaki sorun kanımızca “ağaç”tan ziyade “orman”dır. Aşağıda inceleyelim.


Bu savaş döneminde sıkça söz edilen konu, bu savaş süresince Ukrayna’nın tahıl ihracının kesintiye uğraması ve sonucunda dünyanın açlık sorunuyla karşılaşabilme olasılığıdır. Özellikle Ukrayna üretimi buğday, arpa ve mısırın önemli bir kısmının, güneydeki limanlardan gemiyle çıkışına izin vermeyen Rusya’nın engellemesi nedeniyle taşınamamasının, Afrika ülkelerinde açlık sorununa neden olabileceğinden endişe edilmiştir. Sürdürülen uluslararası ilişkiler, Rusya’nın izin vermesi ve Türk Donanması’nın da desteğiyle, ne kadar süreceği bilinmese de “tahıl koridoru” Karadeniz’de açılmıştır. Böylece küresel hububat dengesinin bozulmasının önüne geçilebilmiştir ve dünyanın rahat nefes aldığı söylenmektedir. Bu konu kanımızca yine, ormanı görmeyip “ağaç”a odaklanmaktan ibarettir.


Burada söz konusu olan riskler başkadır. Şu soru hiç akla gelmemekte, bu da kanımızca bir başka “ağaca odaklanıp ormanı görememe” durumu sergilemektedir.

8 ayı geride bırakan bu savaşta, bu ürünlerin üretildiği tarım alanlarının savaş dışında tutulduğu ve (yazının başlangıcında ifade edilen) savaş alanlarında 10 binlerce Rus ve/veya Ukrayna zırhlı aracının imhasında her iki tarafın da zayıflatılmış radyoaktif madde içeren silah kullanmadığı söylenebilir mi?


Batı basınının çokça dillendirdiği, korkulan Rus tank ve zırhlı araçlarının karşısında başarı sağladığına sürekli değinilen ABD yapımı Javelin vb anti-tank silahlarının U-238 içermediği söylenebilir mi?


Bunun yanı sıra, yaz aylarında paylaşılan bazı görüntülerde, Batılı haber programlarında, anti-tank kara mayınlarının en çok zararı biçerdöverlere verdiği görülmektedir. Hasat bu şekilde çok riskli hale gelmiş olduğu için de, ekranlara biçerdöverlerin görüntüleri yansıtılmaktadır. Ancak aynı şekilde, kullanılan anti-tank ve personel mayınlarının da seyreltilmiş radyasyon tozları içerdiğinden bahsedilmemektedir.

Bu sorunlar ve sorular, Doğu Ukrayna’daki tarım alanlarının tamamında birikirken, olayların akışını, işgal/yengi/direniş vb askeri olayları dünya izlerken, henüz pek kimsenin aklına gelmeyen tüyler ürpertici ekolojik sorun da kanımızca gizlice bir köşede durmaktadır.


“Açılan 'tarım koridoru'ndan geçen veya gelecekte geçmesi beklenen Ukrayna kaynaklı tarım mahsullerinin ne kadarının ülkemize gelerek makarnaya, bisküviye, ekmeğe dönüşerek sofralarımıza konacağı da merak konusudur.”

Bilindiği gibi, içinde bulunduğumuz aylar ürünlerin “ekim” aylarıdır. Ukrayna’daki topraklarda, savaş gerçekleşse de gerçekleşmese de, eylülden başlayarak tarlalar tekrar sürülmeye başlamıştır. Bazı haber kanallarında, Batı basınında ve Ukrayna kökenli sosyal medya paylaşımlarında bu kez de, mayınlar ve patlamamış bombalardan traktörler ile pullukların hasar gördüğü yer almaktadır. Ancak basının dikkatinden kaçan ve akla gelmeyen en önemli konu, ürün almak için ekilen tohumların, uranyum (U-238) tozlarıyla kirlenmiş topraklarda büyüyeceği, hububatın yaklaşan yağmurlarla birlikte etkisi daha da derinleşip artacak olan zayıflatılmış nükleer kirlilikle birlikte gelişeceğidir.


Diğer yandan, “tarım koridoru” açılmasıyla ihraç edilen ürünlerde, radyolojik testlerin ve analizlerin yapılıp yapılmadığı da bilinmemektedir. Daha da kötüsü, halihazırda yoğun çatışmaların olduğu Doğu Ukrayna tarım bölgelerinde, bu aylarda ekimi yapılan hububatın, artık ne derecede temiz bir toprakta gelişip yetişeceğinin belirsizliğidir. Bu nedenledir ki, iki ülke arasında sürüp giden bu savaşın acilen durması gereklidir. Zira zayıflatılmış bombalarla giderek ekolojik bir afete uğramaya başlayan topraktan gelen mahsulün etkilerinin, gelecekte sadece Ukrayna halkında değil, bu savaşa hiç taraf olmayan uzak ülke halklarında da görüleceğini söylemek yanlış olmayacaktır. Özellikle zaten düşük gelirli olan Mozambik, Somali vd Sahra-Altı ülkelerdeki halklar BM yardım teşkilatı FAO’nın desteğiyle açlık sınırında varlıklarını sürdürürken, bir de savaş yüzünden insan sağlığına zararlı ürünlerin yan etkileriyle uğraşma ve kıyıma uğrama riski oluşacak, bu kirli savaş sürdükçe de risk giderek yükselecektir. Bununla beraber, açılan “tarım koridoru”dan geçen veya gelecekte geçmesi beklenen Ukrayna kaynaklı tarım mahsullerin ne kadarının ülkemize gelerek makarnaya, bisküviye, ekmeğe dönüşerek sofralarımıza konacağı da merak konusudur.


KAYNAKLAR:

https://nukleersiz.org/wp-content

www.nukleersiz.org,HibakushaWorldwidePosterExhibition–IPPNW, 2014.

www.hibakusha-worldwide.org

https://turkish.cri.cn/20210409/ea48301f-2774-c4f1-31f2-68498809eacc-i. html


Prof. Dr. Sinan Mert Şener

İTÜ MimarlıkFakültesi

Emekli ÖğretimÜyesi

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page