top of page

Sürdürülebilir ve Dirençli Gıda Sistemine Dair Bir Çerçeve


Gıda sisteminin aynı zamanda sürdürülebilir ve dirençli olması da beklenir: Bir yandan, bugünkü ve gelecekteki kuşakların gıda ihtiyacının karşılanabileceği varsayımı altında, ekolojik yapının uzun dönemde kendini yeniden üretebilmesi gereklidir, diğer yandan da ekonomik, ekolojik vb bir şok karşısında gıda sisteminin güvenli ve besleyici gıdaya erişimde aksamaların olmayacağı bir şekilde tasarlanması elzemdir.


Gıda, artan gelir eşitsizlikleri ve derinleşen (temelde iklim krizi kaynaklı) ekolojik sorunlar nedeniyle toplumsal ve politik yaşantımızda giderek yükselen bir önem kazanmaktadır. Ortalamanın oldukça üstünde seyreden fiyat artışlarıyla, en başta yoksul kesim olmak üzere, ge- niş katmanların erişiminde sıkıntıların artmakta olduğu bir sektörden bahsetmekteyiz – öyle ki dünya nüfusunun yaklaşık üçte biri ya açlık sınırının altındadır ya da yeterli nitelik ve nicelikte gıdaya ulaşmada zorluk yaşamaktadır. Gıda sistemi, malum olduğu üzere, tarımsal üretimden ürünlerin işlenmesine, dağıtımına, tüketilmesine ve atık- larının bertaraf edilmesine uzanan bir süreci içermektedir. Son dönemde sıkça tartışıldığı gibi, idealde, bir gıda sisteminde bir yandan yeterli ve besleyici gıdaya fiziksel, sosyal ve ekonomik olarak erişimin tüm bireyler için sağlanması, diğer yandan da işbu sürecin gıda kaynaklı rahatsızlıklara neden olabilecek çeşitli risk unsurlarından arınmış olması arzu edilmektedir. Gıda sisteminin aynı zamanda sürdürülebilir ve dirençli olması da beklenir: Bir yandan, bugünkü ve gelecekteki kuşakların gıda ihtiyacının karşılanabileceği varsayımı altında, ekolojik yapının uzun dönemde kendini yeniden üretebilmesi gereklidir, diğer yandan da ekonomik, ekolojik vb bir şok karşısında gıda sisteminin güvenli ve besleyici gıdaya erişimde aksamaların olmayacağı bir şekilde tasarlanması elzemdir.


Gıda sistemleri, yukarıda vurgulandığı türde arzulanan bir niteliğe kavuşturulabilmesi için, kapsamlı bir şekilde değerlendirilmeli ve üretim, işleme, dağıtım ve tüketim dahil tüm etkinlikler ve bu etkinliklerin sosyal, ekonomik, politik ve ekolojik sonuçları –birbirleriyle etkileşimlerine odaklanarak– ele alınmalıdır. Bu kısa yazımızda, öncelikle böylesi bir analizin gerçekleştirilmesine imkân sunacak bir çerçeve sunulacak, akabinde de Türkiye gıda sistemine dair kimi önemli bulduğumuz noktalar aktarılacaktır. Son olarak da, önerilen bu çerçeve kapsamında gıda sisteminin geleceğine yönelik çözüm önerilerinin kısa bir değerlendirilmesi sunulacaktır.


Tarım Sistemi Şeması


Şekil 1 Gıda sistemindeki katmanlar ve bu sistemi besleyen unsurlar

Küresel, ulusal ve yerel ölçeklerde gıdanın üretim ve tüketim süreçlerinin değerlendirilmesi, potansiyellerinin ve kısıtlarının tarihsel arka planlarının da içine alınmasıyla mümkündür. Bu dinamik yaklaşımı statik olanlardan ayıran, gıdanın bir sistem olarak ele alınması ve böylelikle bu sistem içerisindeki farklı aktörlerin ekonomik, politik, sosyal ve ekolojik süreçlerle karşılıklı etkileşiminin değerlendirilmesidir. Böyle bir yaklaşımla, hem gıda sisteminin bugünkü sorunlarına ışık tutarak var olan eşitsizlikler ve adaletsizliklerin analizini kapsamlı bir şekilde yapabiliriz hem de sürdürülebilir ve dirençli bir gıda sisteminin gerçekleşebilmesi için atılacak adımları değerlendirmede daha hassas bir teraziye sahip olabiliriz (bkz. Şekil 1).2


Sunulan şemaya göre, gıda sistemi üç ayaklıdır: Üretim öncesi süreçler, gıdanın üretimi ve gıdanın tüketimi. Üretim öncesi süreçler, gıda tedarik zincirinin altlığını hazırlayan “destek sistemleri” olarak düşünülebilir. İkinci ayak olan tedarik zinciri, bir yandan bitkisel, sucul ve hayvansal üretimi, ormancılığı ve sulama-ilaçlama-gübrelemeyi, diğer yandan da ürünlerin işlenme süreçlerini, tarıma destek sanayisini ve gıda ürünlerinin kalitesinin/niteliğinin izlenebilirliğini kapsar. Son ayak olan tüketim ise, ne tür gıdaların tüketildiği, yeterli kaloride ve zenginlikte gıdaya ulaşıp ulaşılamadığı ve gıdaya ulaşmada kişilerin bilgi ve bilinç düzeyleri ile etkilendikleri kültürel yapıyla ilgilenir.


Üretim öncesi, sırası ve sonrası süreçleri belirleyen/etkileyen ve birbirleriyle etkileşim içindeki birçok etmen ve aynı zamanda bu süreçlerin (sağlık ve ekolojik ayak izi gibi) sonuçları birbirinden beslenmekte ve belirli bir paradigma içerisinde çalışmaktadır. Bu açıdan bu şema bize, gıda sistemi içindeki aktörler ve etmenlerin birbiriyle ilişkisini ve ortaya çıkardığı paradigmayı göstermektedir. Böyle düşünüldüğünde, günümüzden farklı bir paradigmaya (örneğin daha doğa dostu bir gıda sistemine) geçişin de, yine tüm bu sebep-sonuç ilişkilerini, geri beslemeleri, risk ve belirsizlikleri dikkate alarak tasarlanması gerektiği ortaya çıkar. Bu şema, gıda sistemi özelinde, çok boyutluluk ve yerelden küresel ölçeklere kadar çeşitli çevre ve kalkınma kaygılarına odaklanan eleştiri, tartışma ve eylemleri analiz etmenin farklı yollarını anlamaya çalışan kompleks ve disiplinlerarası bir bakış açısının önemine dikkat çekmektedir.


Gıda sistemini etkileyen çatı unsur ekolojik süreçlerdir. Bu yaklaşıma göre, en başta tarım olmak üzere gıda sistemi, iklim değişikliği, biyoçeşitlilik kaybı, çevresel kirlilik gibi ekolojik süreçlerin içine yeniden yerleştirilerek değerlendirilmelidir. Ekolojik süreçlerin hem makro etmenlerde belirleyici olması hem de bu başlıklardan etkilenmesi, başka bir deyişle sosyal, ekonomik ve politik yapıların içinde ve bu yapıların ortak üretimi olarak ele alınması söz konusudur. Ayrıca, makro etmenlerin ve küresel, ulusal politikaların nasıl belirlendiği ve gıda sisteminin nasıl işlediğinin sonuçlarının, bu süreçlerdeki güç ilişkilerinden ayrı düşünülemeyeceği göz önüne alındığında, bu şema, gıda sistemini politik ekoloji perspektifinden ele almak için bir araç/davet olarak da düşünülebilir. Gıda sisteminin politik ekoloji perspektifinden okunması, bütünsel bir yaklaşım içinde yerel, bölgesel ve küresel düzlemde dayanıklılık, adalet, sürdürülebilirlik gibi olguların değerlendirilmesine olanak sağlar.


Türkiye Özelinde Birkaç Saptama

Türkiye’deki gıda sistemine bakacak olursak, bu sistemin ne uluslararası politikalar etrafında şekillenen ulusal politikalardan ne de diğer sosyal-ekolojik-ekonomik ve politik süreçlerden bağımsız değerlendirile- bileceğini görürüz. 1950’lerden itibaren dünya tarımını şekillendiren (mono-kültür, suni gübre ve ilaçlama temelli ve mekanizasyona dayanan) “Yeşil Devrim” ve 1990’lardan sonra uygulanmaya başlanan neoliberal politikalar, doğrudan Türkiye tarım ve gıda politikalarını etkilemiştir. Tarımda neoliberal dönemle birlikte hızı artan metalaşma, piyasalaşma ve endüstriyelleşme sürecinin etkisi, devletin tarım kesimine verdiği destekleri azaltma politikasıyla da birleşince, Türkiye kırsalının gelir, (toprak başta olmak üzere) üretim kaynaklarına erişim, üretim yöntemleri, piyasalarla iliş- kilenmeler ve finans kaynaklarına ulaşım bağlamında farklılaşması artmış ve keskinleşmiştir. Bir yandan sözleşmeli çiftçiliğin artması (ve bu bağlamda tarım piyasasında süpermarketlerin ve büyük ölçekli gıda üreticilerinin yükselen rolü), endüstriyel tarımın özellikle orta ve büyük toprak sahiplerinin tercihi olması, ama diğer yandan toplamdaki oranı düşük olsa da son yıllarda organik tarım üretiminin yükseliş trendine girmesi, üründe sertifikasyonun gelişmesi ve kentten kıra “geri göç”ün (özellikle COVID-19 döneminde) artması gibi olgular, tüm dünyayla birlikte Türkiye’de de son 20 yılda gözlenmeye başlamıştır.


Diğer yandan, içinde yaşamakta olduğumuz iklim krizi (özellikle Akdeniz havzasının iklim krizinden en çok etkilenen bölgeler arasında olduğu da göz önüne alındığında);

  • ekstrem hava olaylarının hayvanlara ve ekinlere zarar vererek üreticileri ekonomik ve sosyal açıdan daha da kırılgan hale getirmesi,

  • biyoçeşitlilik kaybı ve mevsim kuşaklarının değişmesiyle artan haşere popülasyonları ve dolaylı yoldan kullanımı artan tarım zehirleri,

  • kuraklık, mevsim kaymaları ile ekinlerin yeterli su ve besin değerine erişmeden önce büyümesi veya erken tomurcuklanan ekinlere don vurması,

  • daha sıcak kışlar ve çok sıcak yazların gıdanın depolanma maliyetlerini artırması,

  • ve tüm bunlara dayalı fiyat dalgalanmaları

nedeniyle, başta tarım olmak üzere gıda sistemini doğrudan ve giderek artan bir hızla etkilemekte. Tüm bu değişimlerin sonuçları yalnızca gıda arzını ve güvenliğini aşağıya çekmiyor, aynı zamanda erişilebilir gıdanın kalitesini de düşürüyor ve gıda adaletinin sağlanmasının önüne yeni setler çekiyor. Türkiye de bundan azade değil.


Hem uluslararası politikalar etrafında şekillenen ulusal politikalara hem de ekolojik baskılara küçük ve büyük üreticiler, sermaye grupları, kamu karar vericileri gibi aktörler tarafından nasıl cevaplar üretildiği de, yine makro etmenler başlığı altında sıraladığımız teknolojik ve ekonomik kapasite, karar alma mekanizmalarına kimlerin ne şekilde dahil olduğu ve sosyo-kültürel yapı gibi faktörlerle birlikte düşünülmek durumunda. Hem ulusal politikalara hem de yönetişimsel yapıya bakacak olursak, Türkiye özelinde, gıda sisteminde küçük üreticilerin çoğunluğu oluşturması ve bu kesimin oy potansiyeli, neoliberal politikaların tam anlamıyla uygulanamamasına ve popülist koruyucu politikaların klientalizm temelli devreye girmesine sebep olmakta. İklim krizine üretilen çözümlerinse, kısıtlı teknolojik kapasite ve ekonomik planlama yetersizliğiyle hayata tam anlamıyla geçirilemediği bir gerçek; bazı bölgelerde iklim krizine karşı maladaptasyon uygulamalarının da bulunduğu akılda tutulmalı.


Yukarıda sunulan fotoğraf değerlendirildiğinde, Türkiye gıda sisteminin küresel sorunların uzantılarından ve kendine özgü dinamiklerden kaynaklanan sorunları deneyimlediğini görmekteyiz. Politik ekoloji perspektifiyle baktığımızda, mevcut gıda sisteminin kaybedenlerini vur- gulamak adına bu sorunları üç başlık altında toparlayabi liriz: Sağlıklı ve besleyici gıdaya erişimde eşitsizlikler; gıda sisteminde enformel/mevsimlik çalışanların geçim ve ya- şam koşullarındaki olumsuzluklar; gıda sistemi kaynaklı ekolojik sorunlar.

Gelecek Senaryolarına Dair

Bu yaklaşım, en başta belirtildiği üzere, gıda sistemi için getirilen çözüm önerilerinin var olan paradigmayı yeni- den üretip üretmeyeceği ya da alternatif bir patika sunup sunamayacağının değerlendirilmesinde de kullanılabilir. Gıda sistemindeki çeşitli sorunlara karşı –obeziteden açlığa ve mikro besin eksikliğine, gıda kaybı ve israfına, gezegenin sınırlarını zorlayan tarım-gıda sistemi kaynaklı emisyonlara ve diğer çevresel kirliliğe, gıda arz-talep dengesizliğine ve gıdaya erişimdeki eşitsizliklere kadar birçok sorun sayılabilir– çözüm önerileri getirilmektedir. Bunlardan kimi pratikte bir karşılık bulurken, kimi politika önerisi olarak kalmaktadır. Hangi çözüm önerilerinin uygulamaya geçtiğini hangilerinin geç(e)mediğini ve bu gelişmelerin altında yatan sebepleri, bu çerçeveyle analiz etmek mümkündür.


Birleşmiş Milletler (BM) Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri’nin neredeyse tamamı, doğrudan ya da dolaylı şekilde, gıda sistemindeki sorunları içermekte. FAO (BM Gıda ve Tarım Örgütü) başta olmak üzere uluslararası kuruluşlar, kamu kurumları, araştırma enstitüleri ve sivil toplumun gıda sistemine ilişkin program ve raporları incelendiğinde, hem tarımda hem balıkçılıkta küçük üreticilerin dünyada üretilen tüm gıdanın %80’inin arkasında olduğu anlaşılmakta. FAO, neoliberal politikalarla birlikte giderek çözülen küçük üreticilerin tarım-gıda sistemin- deki önemine ve ekolojik döngüleri korumadaki rollerine vurgu yapmak için, 2014’ü “aile çiftçiliği”, 2022’yi ise “küçük ölçekli balıkçılık” yılı olarak ilan etti. Son dönemlerde sürdürülebilir gıda sistemi hakkında birçok rehber kılavuz yayımlandı. Ancak, yine FAO’nun desteğiyle kurulan Uluslararası Gıda Egemenliği Planlama Komitesi’nin tüm bu gelişmelerin etkilerini ölçmek için yürüttüğü izleme süreci gösteriyor ki, tüm bu gelişmelerin etkisi, maalesef, çok yetersiz: Çabalar büyük ölçüde kılavuzlarla kısıtlı kalmış, bu amaçla kurulan çeşitli komitelerin etkisi sınırlı olmuş ve gerçekleştirilen eğitimlerden de fazla sonuç alınamamış durumda. Bir diğer deyişle, bugün dünyaya bak- tığımızda, ne gıda sisteminin ekolojik etkileri adına genel anlamda olumlu bir gelişme yaşandığını ne de sosyal açıdan eşitlik ve adaletten bahsedilebildiğini görmekteyiz.


Bu noktada, koyulan hedeflere erişmek için ne gibi politikaların bir paradigma değişikliğine yol açacağı ve arzulanan sürdürülebilir ve adil gıda sistemini sağlayabileceği, hangilerinin var olan gıda sistemi içerisindeki sorunları yamamakla kısıtlı kalacağını anlamanın yolu, küresel ve ulusal politikaları ve bu politikalar doğrultusunda makro etmenlerin ne yönde dönüşeceğini, imkânların ve kısıtların neler olduğunu, bu imkân ve kısıtların ne derece esnetilebileceğini ve esnetilememesinin önündeki yapısal engellerin neler olduğunu incelemek gerektiğine vurgu yapmak isteriz.


Prof. Dr. Fikret Adaman | Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi Bölümü İstanbul Politikalar Merkezi, Kıdemli Araştırmacı

Gökçe Yeniev | Bristol Üniversitesi, Doktora Öğrencisi







Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page