İki eğitim kurumunun yaşamıma önemli katkısı olmuştur: Galatasaray Lisesi ve İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ). 11 yaşımda adımımı attığım Galatasaray’da orta ve lise eğitimime ek olarak “özgürlük, eşitlik ve kardeşlik”in ne olduğunu öğrendim. Galatasaray yalnızca bir lise değildi; dernekleri ve spor kulübüyle uluslararası bir topluluktu. Başka bir deyişle “Bitmeyen Mektep’ti”.
1956’da Galatasaray Lisesi’ni bitirdikten sonra, sınavla İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’ne girdim; 1961’de mezun oldum. Onu, asistanlık süreci izledi. 1968’de Yapı-Endüstri Merkezi’nin bir bilgi merkezi olarak kurulmasına öncülük etmek üzere İTÜ’deki görevimden ayrıldım.
İTÜ’nün yaşamıma iki büyük etkisi daha oldu. Hayzuran’la (Hasol) Mimarlık Fakültesi’nde aynı sınıftaydık. Fakülte bittikten iki yıl sonra evlendik. Yıllar sonra kızımız Ayşe de Amerikan Robert Koleji’nin ardından, bizim yolumuzu izleyerek mimar olmak istedi. Giriş sınavını başarıyla kazanarak o da İTÜ’lü oldu. Böylece, İTÜ bizim için bir aile okulu niteliğindedir.
İTÜ’yle benim ilişkim sürekli oldu: Öğrencilik, Fakülte Talebe Cemiyeti’nde Başkan Yardımcılığı, 1961’de mezuniyetten sonra asistanlık, daha sonra İTÜ Mezunlar Derneği üyeliği, Taşkışla Eğitim ve Kültür Derneği Başkanlığı, İTÜ Vakfı Mütevelli Heyeti üyeliği, İTÜ Vakfı Dergisi Yayın Kurulu üyeliği gibi görev ve ilişkiler… Ve en gurur verici olanı, 1998 yılında İTÜ Senatosu kararıyla bana verilen “Fahri Doktorluk” payesi. Görüldüğü gibi İTÜ de bitmeyen bir üniversitedir. Öğrencilik bitse de İTÜ’lülük devam eder.
Burada bir parantez açıp, 24 Nisan 2022 günü Sözcü gazetesinde çıkan bir ilana değinmek istiyorum. İlanı verenler, Boğaziçi Üniversitesi’nden fahri doktora unvanı almış kişiler. İlanda Boğaziçi Üniversitesi’nin yaşadığı bazı sıkıntılara değiniliyor ve şöyle bitiriliyor: “Yükseköğretimde akademik ve idari yönetişimi şekillendirmek üzere yapılacak her çalışmada; akademik özgürlük, üniversite özerkliği, şeffaflık ve hesap verilebilirlik ilkelerinin öncelikli olması gerektiğine inanıyor ve fahri doktoramızı aldığımız Boğaziçi Üniversitesi’nin bileşenlerinin haklı taleplerinin yanında olduğumuzu duyuruyoruz.”
İlanın altında, Boğaziçi Üniversitesi’nden Fahri Doktor unvanı almış, çeşitli bilim ve sanat dallarından yaklaşık 20 ünlünün adları var.
İşte, onları bu ilanı vermeye iten duygu, vazgeçilmeyecek bir aidiyet duygusudur. Yine, gönülden bağlı olduğumuz okulumuz İTÜ’ye dönelim. İTÜ’yü destekleyen vakıf, dernek vb. kurumların birincil görevi, hiç kuşkusuz Üniversite’ye destek olmaktır.
Üniversiteler eğitimin yanı sıra sürekli olarak bilgi ve yaratıcı düşünce üreten ve araştırma yapan kurumlardır. Bu işlerde Yönetim ve Öğretim kadrosunun ve öğrencilerin yanı sıra mezunların da önemli rolü vardır. Mezunlar da vakıf ve dernekler yoluyla üniversiteye sürekli olarak destek verirler.
İTÜ yıllar boyunca bunun çok dikkate değer örneklerine sahne olmuştur. Üniversite bu birliktelikten güç alır. Süleyman Demirel, Turgut Özal, Necmettin Erbakan gibi İTÜ mezunları, bir dönemde ülke yönetiminin çok önemli noktalarında görev almışlardır. Bu basit bir rastlantı olamaz. Bu gelişmede, Sanayi Çağı’nın gözde mesleği mühendisliğin en gözde kurumlarından biri olan İTÜ’nün de payı vardır. Demirel’in, Cumhurbaşkanı olduğu dönemde Üniversiteye olan değerli katkılarını anmak isterim. Yurt dışındaki üniversiteler de mezunlarının gönüllü desteğinden geniş ölçüde yararlanırlar.
ABD’nin ünlü üniversitelerinden Harvard’a ilişkin örnek: Harvard Mezunlar Derneği “Harvard Club of Turkey” Harvard’ın olur da İTÜ’nün olmaz mı? İTÜ Mezunlar Derneği de New York’ta faaliyetlerini sürdürüyor.
İTÜ’nün, kendisini destekleyen vakıflar ve mezun dernekleriyle, güçleri birleştirerek bütünlük içinde başarılarını sürdüreceğine inanıyoruz.