“İstanbul Teknik Üniversitesi’nin, Türkiye Cumhuriyeti kurulduğundan bu yana, büyük Atatürk'ün gösterdiği istikametteki kalkınma, gelişme, büyüme ve uygarlığa ulaşma istikametinde çok büyük katkısı vardır. Bu katkı, zannımca biz mühendislerin tevazuundan gelen bir sebeple istenildiği kadar da anlatılmış değildir…”
Bilim; nesnelliği, genel geçerliliği, sorgulayıcılığı, eleştirisel oluşu, yanlışlanabilir olması vb. gibi özellikler taşıyan ve tüm insanlık ailesinin ortak eseri olan çok önemli bir olgudur. Bizler, ancak bilim sayesinde ülkelerin yükselebildiğini, bilimsel çalışma ve araştırmalarda ileri olan ülkelerin ekonomik kalkınmalarını sağlayabildiklerini ve sınırları içinde yaşayan vatandaşlarına belli bir yaşam düzeyi sunabildiklerini görüyoruz.
İlkel çağlardan itibaren ateşin, tekerleğin, yerleşik tarımın ve benzeri insan bulgularının çağlar boyunca gelişerek devam etmesi, zamanımızda cep telefonlarının, yapay zekanın, insansı robotların, siber sistemlerin, makina öğrenmesinin vb gelişmiş ürünlerin ve konuların insan hizmetine sunulmasıyla devam etmektedir. Bu gelişmeler büyük ölçüde temel ve uygulamalı bilimler ile mühendislik bilimlerindeki araştırma ve bulgularla gerçekleştirilmiştir.
Bilim ve Teknolojinin Yaşantımızdaki Yeri
Bilimin ne olduğunu anlamak, bilimsel bilgileri ait oldukları alanlara göre sınıflandırmak ve her bilim alanındaki olağanüstü bulguların şiirsel ahenk ve güzellikleri içinde insanı heyecanlandıran mantıki özelliklerini keşfetmek her düşünen ve sorgulayan insanın önemli bir uğraş alanını oluşturur. Çeşitli Bilim alanlarında yer alan konulara hakim olup temel kavramlarını öğrenmek ve o bilim alanında daha önce elde edilmiş bilimsel bilgileri hazmederek yeni sentez ve sonuçlar elde etmek uzun bir zaman süresinde büyük bir emek sarf etmeyi ve yaratıcı bir zekayı gerektirir. İnsanlığın ortak eseri olan bilimsel bilgiler kuşaktan kuşağa ve hep daha önce yapılanların üstüne konularak gelişir. Bunun için önce o bilim dalında sağlam bir temel bilgiye sahip olmak, merak ve sorgulamalar ile, sürekli olarak yeni bilgiler kazanmak gerekir.
Üniversitelerin çeşitli bölümlerinde öğretilen tüm derslerin diğer derslerle ilişkisi, neden öğrenilmesi gerektiği, kendisine özgü felsefesinin ne olduğu hepsinden önemlisi Bilim Tarihi içindeki yeri mutlaka anlatılmalıdır. Her bir bilim dalının daha önce elde edilmiş bulguları üzerine yeni bilgiler inşa etmenin başka bir yolu yoktur. Bilim Tarihi konusunda bilgi sahibi olmak bu tarihi oluşturan bilimsel alanların her birinde ayrıntılı bilgi sahibi olmayı gerektirmez. Ancak bu alanlar arasındaki ilişkiyi, koşulların gerektirdiği sentezleri ve o bilim ile ilgili ortamı, çağdaş gelişmeler ışığında incelemek gerekir.
Her bilim alanının kapsama alanı, sınırları, çağdaş gelişmeler ışığında bu bilim dalı ile neler yapılabileceği ancak Bilim Tarihi konusundaki bilgi ile mümkün olur. Bilimin toplum içindeki yeri kültürel bir öge olarak benimsenmesi ve nihayet bireylerin düşünce dünyasında dogmalardan arınması ancak bilimsel düşüncenin toplum tarafından benimsenmesi ile mümkündür.
Herhangi bir alandaki bilimsel buluşlar, ortaya konan yasalar ve hatta matematik modeller sadece görünür bilim insanlarının değil o konuda çalışan, yayın ve deney yapan birçok insanın çabasıyla ortaya çıkar. Akademik bir iklim içinde bilim yapmak ortak çabayı, bilim insanları arasındaki bilgi alışverişini ve birçok halde de uğraşı alanına göre ileri bir teknik donanımı gerektirir.
Ülke çapında bilimsel bir iklim olmadan bir toplum yeni buluş ve patentlere imza atamaz. İleri ve çağdaş bir eğitim sistemi, yetkin insan gücü, binalar dahil teknik bir altyapı, gerekli özgün bir ortam ve bu ortamı destekleyen politik bir irade olmadan bir ülkede ileri bilimsel bir düzeyden bahsedilemez. Bunun en güzel örneği tüm dünyada 18.yüzyıldan önceki durumdur. Bilim dünyası ancak endüstriyel devrimden sonra bilimsel devrimi gerçekleştirecek olanaklara kavuşmuştur.
Bilimsel başarı toplumların üniversiteler, araştırma merkezleri ve hatta bireysel bilim yaratıcılarının desteklenmesi sayesinde gerçekleşir. Bilim doğuşundan itibaren günlük yaşantımızda olağanüstü etkilere sahiptir. Mühendislik alanlarındaki buluşlara Biyoloji, Astronomi vb. alanlarındaki buluşlar da eklenerek hem maddi dünyamızı hem de düşünce dünyamızı değiştirmektedir.
Bilimlerin sınıflandırılmasını yaptığımızda temel bilimler de dahil olmak üzere tıp, mühendislik, kimya, biyoloji, jeoloji vb. alanlarda bilimsel sonuçların her zaman matematik olarak ifade edilmesinin olanaklı olmadığını görürüz.
Matematiği bütün bilimlerin ortak dili olan bir soyutlama alanı olarak düşünürsek, bu soyutlamadan dolayı sadece matematiksel kavramlar arası ilişkilerde kuramsal bir kesinlik vardır. Elde ettiğimiz sonuçlar sadece matematiksel ifadelerde kuramsal olarak da istediğimiz kesinlikte olabilir. Buna karşılık Mühendislik, Tıp ve Sosyal Bilimler alanlarında ortaya konulan yasalar ancak belli bir duyarlılık içinde geçerlidirler. Günlük yaşamımız içinde öngörülen bu yaklaşıklık dereceleri bizim gereksinimlerimizi karşılamaktadır. Son gelişmelerle Yapay zeka, makina öğrenmesi, veri analizi ve benzeri konularda insan fonksiyonlarına yakın oldukça tatmin edici sonuçlar elde edilebilmektedir. Bilimsel devrimin 16. Ve 17. Yüzyıllarda gerçekleşmiş olması ve Endüstri Devriminden sonra hızla gelişerek ilerlemesi Batı uygarlığının baskın rolünü oluşturmaktadır. Bilimsel bilginin yönlendirme, yapılandırma ve bunu mantıki ve kültürel bir öge olarak toplum yapısına katma Batı uygarlığının ayrıcalıklı özellikleridir. Bu toplumlardaki bilimsel, ekonomik ve sosyal değer yargılarının toplum tarafından benimsenmesinde bu toplumların kültürlerinde bulunan bilimsel düşüncenin önemli etkisinin olduğunu söylemek yanlış olmaz. Batı toplumlarında politik irade, bilimsel doğrular yerine kendi bilim dışı görüşlerini dayatamaz, bu konularda yalan söyleyemez.
Bilimle uğraşmak sadece kişisel merakla açıklanamaz. Gerçi herhangi bir alanda bilimsel yöntemler, matematiksel modeller, teknolojik uygulama alanları vb. içinde sosyal ögelere rastlanmaz ama bu konuları ele almayı gerektiren o zamanki sosyal baskıyı da unutmamak gerekir.
Bilim Tarihi açısından, Çin, Hindistan gibi ülkeler ile Müslüman dünyasında bilimsel olarak 20. yüzyılın ilk yarısına kadar elde edilen bilimsel gelişmenin neden yeterli olmadığının çok çeşitli nedenleri vardır. Zamanımızda ise Çin ve Hindistan’ın Batı dünyasındaki gelişmeyi yakalayabilecekleri düşünülürken, Müslüman ülkelerin çok çeşitli inanç, düşünce sistemi, ekonomi ve toplumsal gerçeklerden dolayı geri kalmakta devam ettikleri görülmektedir.
Eski Yunan uygarlığında elde edilen bilimsel bilgilerin Türk, Arap ve İranlı bilginler aracılığıyla Avrupa’ya geçerek Rönesansı yaratması ve ardından Batı toplumlarında gerçekleşen Sanayi Devrimi mühendislerin bir toplum içinde kendilerinden beklenen tasarım ve uygulama projelerini hayata geçirebilmelerine olanak sağlamıştır. Toplumların gelişmişlik ve genel kültür düzeyleri de bunu mümkün kılmıştır.
Bilindiği gibi gelişmekte olan ülkelerin iki ayrı dezavantajı vardır: Birincisi kaynakları sınırlıdır ve ikincisi de mevcut kaynakların rasyonel bir şekilde kullanılamamasıdır. Eğer bir toplum kendi normal yaşantısının üstüne çıkmayı sağlayacak bir ekonomiye sahip olursa teknolojik gelişme sağlar. Örneğin insanlık tarihinin ilk dönemlerinden itibaren hayvanların evcilleştirilmesi ve tarımın artı değer yaratması sayesinde teknolojide de gelişme sağlanabilmiştir. Aynı şekilde demiryolları ve buharlı gemiler sayesinde tarımsal ürünlerin düşük maliyetle taşınması mümkün hale gelince tarımın doğası değişmiştir. Elektriğin üretim ve taşınmasında elektrik motorlarının kullanımı da teknolojinin gelişimini hızlandırmıştır.
Bu konu irdelenirken, Türkiye’de toplum yararına ekonomik güçlenmeyi sağlayan gelişme söz konusu olduğunda İTÜ’nün oynadığı rol ortaya çıkar. Zamanımızda teknolojinin gelişim yönünü belirleyen güçlerin, ortak insanlık idealine uygun karar verip vermedikleri ise ayrı bir tartışma konusudur.
Önümüzdeki yıllarda bilimsel çalışmalar yapılırken teknolojik kapasiteyi belirleyen bileşenler, teknoloji ve ekonomik kalkınma arasındaki ilişki, tüketici istekleri dünyadaki kaynakların sınırlılığı, dünya nüfusunun hızla artması ve küresel ısınma gibi problemlerin ortaya çıkması vb konular mutlaka göz önüne alınmak zorundadır. Kaynak tüketimine dönük ilgi ve hırs, ormanların yok edilmesi, mikro plastikler, başta okyanuslar, akarsular ve ormanlar olmak üzere çevrenin kirletilmesi ve yok edilmesi konuları çağdaş teknolojilerin kullanılması ile çözülmesi gereken sorunlardır.
Teknoloji geliştiren mühendislerin bir meslek etiği olarak toplumun gereksinimlerini karşılarken insanlık adına uyulması gereken kuralları da benimsemeleri gerekir.
Mühendisliğin ana uğraş alanı gerçi yaratıcılıktır ama küçük mavi gezegenimizin sunacağı kaynaklar da sınırlıdır.
İTÜ ve Türkiye’deki Mühendislik Eğitimi’nin Gelişimi
Bilimlerin sınıflandırılması ve mühendislik eğitimiyle ilişkisini incelerken her bir bilim dalında ortaya konan maddi ve manevi eserleri saymak, çok büyük bir çabayı gerektirir. Bilim ve teknoloji bilgisiyle donanmış seçkin bilim insanlarının ne kadar büyük bir çaba gösterdikleri ise Bilim Tarihinin temel konuları arasındadır. Bilim dallarının bu karşılıklı etkileşimi her biri için başka bilim dallarından yararlanma fırsatını verdiği gibi yeni bakış açılarının da kazanılmasını sağlamıştır. Bu açıdan İTÜ’nün çeşitli Mühendislik dallarında, Türkiye’nin imar ve inşasında, barajların, yolların, köprülerin, makina, elektrik, elektronik, maden, tekstil, kimya vb alanlardaki fabrikaların kuruluşunda gerekli bilgilerin kazanılmasına katkısı sayılamayacak kadar çok ve büyüktür. Türkiye’nin kalkınması ve gelişmesine hizmet etmiş büyük kuruluşların ve eserlerin çok büyük bir çoğunluğunda İTÜ’den yetişenlerin katkıları olduğu görülür.
Zamanımızda Türkiye’deki üniversitelerin öneminden bahsedilirken İTÜ’ye büyük haksızlık yapıldığı kanaatindeyim. İTÜ’nün adı, öncü ve gelişmiş üniversiteler söz konusu olduğunda çoğu kez anılmamaktadır.
İTÜ eskiden olduğu gibi ağırbaşlı bir davranış içinde kendisini her zaman öne çıkarmayan tavrını sürdürmektedir.
İTÜ, Türkiye’de Mühendisliğin adıdır.
Eğer bugün özellikle 1980 öncesi İTÜ mezunlarıyla bir konuyu tartışırsanız onların mantıki tutarlılık ve bilimsel düşünce olarak ileri sürdükleri savların ne kadar tutarlı olduğunu görürsünüz.
Bilimsel bir iklimin oluşması için her üniversitenin ayrı bir kültürel yapısı olduğunu görmek mümkündür. Üniversitelerin ayrı kültürel yapılarının da farklı alanlarda farklı şekilde geliştiğini görebiliriz. İTÜ, geleneksel yapı ve kurumlarıyla ayrı bir özellik gösterir. Esasen bütün üniversitelerin birbirine benzemesi gerekmez. Örneğin: ABD’de her üniversite her konuda en iyi veya iyi değildir. Makina, Elektronik, Bilgisayar, Yazılım, Endüstri Mühendisliği vb. konularda farklı üniversiteler, farklı konumlara sahiptir.
Bilindiği gibi en yalın şekilde ifade etmek gerekirse üniversitelerin başlıca üç temel görevi vardır. Eğitim ve Araştırma, Öğretim ve Topluma yol gösterme. Bu açıdan bakılırsa, Türkiye’deki Mühendislik Eğitiminin Bilim Tarihi açısından geçmişi incelenirken şüphesiz ilk yapılması gereken inceleme İTÜ’nün Türkiye’deki Bilim ve Teknoloji Tarihi açısından Türkiye’deki yeridir.
Ben Vefa Lisesi mezunu olarak, İTÜ Makina Fakültesine 1959 yılında girdim. Bizim o devrelerde tüm Türkiye’deki bütün lise öğrencilerinin tek hedefi İTÜ’nün giriş sınavını kazanarak İTÜ öğrencisi olabilmekti. Daha biz lisede öğrenci iken, İTÜ’nün Arı Rozetini takmış, İTÜ’lülere gıpta ve özenerek bakardık. İTÜ’nün giriş sınavı sorularını içeren kitaplar alır, içindeki problemleri çözerdik. Öğrenimimiz sırasında aldığımız derslere çok çalışarak her bir dersin diğer derslerle olan ilişkisini hem derslerde hocalarımızla ve hem de kendi aramızda tartışırdık. İTÜ’nün her bir fakülte ve bölümlerindeki dersler, daha sonra kurulan birçok üniversiteye örnek olmuş, ve hatta İTÜ’deki hocalar kuruluş yıllarında bu üniversitelerde dersler vermişlerdir.
İTÜ’de Matematik Eğitimi
Bilindiği gibi bilimsel bilgimizin sınırları içinde tüm evrende insan beyninden daha mükemmel ve çeşitli işlevleri açısından daha üstün bir yapı yoktur. Bu yapının yarattığı en önemli eser ise Matematiktir. Bütün bilimlerin ortak dili olan matematik, mantık kuralları içinde insanın en üst düzeyde kendi kendisiyle hesaplaşmasıdır. Diğer yandan toplumsal düzeyde toplumların kültürel olarak sahip oldukları matematiksel düzey bir bakıma onların dünya ölçeğinde gelişmişliklerinin de ölçüsüdür.
Matematik öğretimi, onun mantıksal yapısı, insana haz veren olağanüstü iç ahengi ve felsefesiyle birlikte ele alınmadan sadece sayılar, semboller ve işlemler yığını olarak görülürse yanlış olur. Matematik, özel simgeleri aracılığıyla somut olguları bile soyut terimlerle ifade etmek olanağını bize sağlar. Onun görkemli yapısı, sadece doğruya ulaşmamızı temin etmez, fakat aynı zamanda mükemmel bir güzelliği de sergiler. Matematik önce yaratıcı düşünce, sezgi ve imge gücüyle parametreler veya değişkenler arasında ilişki kurmayı ve daha sonra da belli mantıki kural ve yöntemler ışığında ortaya konan teoremleri ispatlamayı içerir.
İTÜ’de okutulan matematik dersleri yukarıda belirtilen bu temel niteliklerini öğrenilen diğer derslerde kullanma bilinci ve ilişkili kavramlardaki katkısı göz önüne alınarak verilmeye çalışılmıştır.
İTÜ Makina Fakültesi’ndeki öğrenimimiz sırasında ilk yarıyıldan itibaren her yarıyılda matematik derslerinin çok büyük bir ağırlığı vardı. Mekanik, Termodinamik, Makina Dinamiği, Isı İletimi, Hidrolik vb. birçok derste matematiği hem bir mühendisin sağlıklı, doğru ve bilimsel düşünmesini sağlayan bir temel disiplin ve hem de mühendislikte modelleme kavramının temel ögesi olarak ele almayı öğrendik. Zira matematik, temel niteliği itibariyle bir soyutlama ve gerçeğin çok sınırlı bölümünde yoğunlaşmış olmakla birlikte bu süreçte sağduyumuzla ulaşamayacağımız daha sonraki aşamalara da ulaşmamızı sağlar. Bu ise, özellikle araştırma ve deneysel çalışmalarda mühendislik öğretiminin en önemli özelliklerinden biridir.
Günümüzde İTÜ mezunu olan yaşı da belki hayli ilerlemiş birine rastladığınızda konuştuklarının mantıki tutarlılığına şahit olmak, belki de aldığı bu matematik öğrenimi sayesindedir. Dolayısıyla İTÜ Hocalarının ve öğrencilerinin seçkin niteliği yanında eğitim ve öğretimde matematiğe verilen bu önemi özellikle vurgulamak gerekir.
İTÜ ve Türkçe Mühendislik Terimleri
Yakın zamana kadar İTÜ’deki tüm dersler tam Türkçe veya %30 İngilizce, %70 Türkçe olarak okutulmakta idi. Günümüzde %100 İngilizce olan bölümleri de bulunmaktadır. Bir önceki paragraflarda belirtildiği gibi alınan bu Türkçe mühendislik derslerinde terimlerin anlam ve kapsamı açısından hiçbir zorluk söz konusu olmamıştır. Ayrıca Türk Sanayi ve Hizmet sektöründe mezunların görev yapmaları sırasında üst ve astlarıyla anlaşmalarında da hiçbir sıkıntı olmamış, bilakis; kullanılan ve yaratılan sözcüklerin ilgili kimselerce yaygınlaştırılması ve dilde dolanıma girmesi sağlanmıştır.
Mühendislik bilim dilini oluşturan teknik terimler yeni bilim dallarının doğuşuyla sürekli olarak çoğalmaktadır. Ancak herhangi bir Türkçe terim dilde dolanıma girdiğinde yaygın olarak kullanılırsa ilk defa ortaya konulduğu özgün ülkedeki anlamını yüklenebilir. Örneğin, ‘computer’ yerine ‘bilgisayar’ denmesi bunun bir örneğidir. Esasında ‘computer’, daha çok hesaplamayla ilgili bir terimdir. Bir başka deyişle sadece bilgiyi sayma işlemi yapmamaktadır. Ancak biz bilgisayar deyimiyle İngilizce’deki ‘computer’ teriminin kapsadığı alanın tam karşılığını anlıyoruz.
Çeşitli bilim dallarında ve sanatın çeşitli alanlarında kullanılan özel sözcükler, kavramlar ve deyimler söz dizimi ve dilbilgisi kuralları açısından dilin genel dolanımında kullanılan sözcüklerden farklı olmadıkları halde genel anlam kapsamı açısından farklılıklar gösterirler. Örneğin, ‘yüklenme’ deyimi bir uygulamalı mühendislik bilimi olan Ergonomi’de günlük konuşma dilinden farklı bir anlam taşır. Bu bilim dalında kullanılan bu deyim, İngilizce ‘stress’, Almanca ‘belastung’ karşılığı olarak, bir işin tüm gereklerinin yerine getirilmesi ve tam olarak yapılması için kullanılmaktadır. Bir başka örnek olarak da matematikte kullandığımız f(x) notasyonunun, Tanım ve Değer kümelerinde kendine özgü bir anlam ifade ettiğini söyleyebiliriz. Dolayısıyla bilimsel terimlerin anlam alanı bazı hallerde genel konuşma dili içindeki anlamına göre kişiden kişiye değişmez. Buna karşılık günlük konuşma dilinde, dolanımda olan sözcükler sözel alanda kapsadıkları anlam kümesine göre kişiden kişiye anlam ve kapsam açısından farklılıklar gösterebilir. Bu belirsizliğin düzeyi sanat alanında daha az, bilimsel konularda ise hemen hemen hiç söz konusu değildir. Bu açıdan bakıldığında İTÜ, Türkiye’de teknik bilimlerin öğretiminde öncü bir üniversite olarak Türkçe teknik terimlerin yaratılması ve kullanılması işlevini başarıyla yerine getirmiştir. Özellikle Endüstri 4.0 veya 5.0’dan bahsedilen günümüzde çağdaş uygarlığın ve iletişim dilinin karmaşıklaştığı ortamda toplu ve bütünleşik bilimsel terimlere karşılık kapsamı özgün dillerdeki anlamları karşılayacak terimler bulmak giderek daha da önem kazanmaktadır.
Bilim alanında kullanılan bir terim genelde bir tümce (cümle) ile ifade edilebilecek bir anlam genişliğine sahip olabilir. Sadece genel konuşma, bilim ve sanat alanında değil büyük Atamızın da dediği gibi ulusal duyguların ifadesinde de dilin ulusal sınırlar içinde zengin olması çok önemlidir. Türk dili bu açıdan da büyük bir zenginlik taşır. Bir yabancı dil uzmanı Türkçe’den övgüyle bahsederken onun duruluğunu, mantıki yapısının matematiksel güzelliğini de ifade etmektedir.
İTÜ 250 yıl boyunca başlangıçta Arapça ve Farsça terimlerden yararlansa da Türkçe mühendislik terimleri yaratılmasında çok önemli bir rol oynayarak diğer üniversitelere de öncülük etmiştir. Bilimsel terimler türetilirken bu terimlerin kapsama alanlarının net bir şekilde tanımlanması gerekir ki iletişimde yanlış anlamalar olmasın. Yaratılan bilimsel terimler ister sosyal ister teknik bilimlerde olsun eğer anadildeki anlam yükleri ve kavram sistemleri içinde yer almamış ise onu kullanacak kimselerin benimsemesi ve onları normal kullanımda dilde dolanıma sokması güç olur.
Bir zamanlar bir YÖK başkanı “Türkçe bilim dili olamaz” diyerek kişisel kanımızca Türkçe’ye büyük haksızlık yapan bir ifadede bulunmuştur. Bu değer yargısı hem doğru değildir hem de dilinin kabahati değildir. Hangi yapısal özelliği Türkçe’nin bilim dili olmasına engel teşkil eder? Bir dil, bilim insanları, sanatçılar, edebiyatçılar, şairler vb. sayesinde gelişir. Türkçe’yi hor görmek yerine onun gelişimi ile ilgilenenlerin bu konuda çaba sarf etmeleri gerekmez mi?
Türkçe’de teknik terim yaratmanın bir başka güçlüğü de bu terimlerin teknoloji yaratan ülkelerde ilk defa ortaya çıkmasıdır. Güçlükler her ne olursa olsun biz yine de anadilimize sahip çıkmalıyız ve onu tüm alanlarda geliştirmeliyiz.
“Yabancı dil öğretmeye ve öğrenmeye evet, ama yabancı dilde eğitime hayır.” Kanımızca dil konusu orta öğretimde halledilmelidir. Ben şimdiye kadar 16 farklı üniversitede İngilizce ve Türkçe ders verdim. İngilizce eğitim veren üniversitelerin eğitimdeki bu yapısal durumunu değiştirmek benim elimde değil. Şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki öğretim dili İngilizce olan birçok üniversitemizin çoğu öğrencileri İngilizceyi yeterince öğrenerek mezun olmamaktadırlar. Son sınıftaki birçok öğrenciye mezun olduktan sonra ne yapacaksınız diye sorduğumda “Hocam önce İngilizce bilgimi geliştirmek istiyorum” diye karşılık vermektedirler.
Günümüzde Türkçe’nin özellikle İngilizce tarafından istilası söz konusudur. Dükkanlardan hizmet sektörüne, konutlardan her türlü yapısal ögeye tüm isimler neredeyse İngilizce olarak isimlendirilmektedir. Böylelikle sanki daha gösterişli ve ayrıcalıklı bir özellik kazanıldığı sanılmaktadır.
Bu arada hemen belirtmek gerekir ki özellikle teknik terimler Türkçeleştirilirken o bilim dalında uğraşan bilim insanlarının çabaları gerekir. Bu bilim insanlarının aynı zamanda yaratılan terimlerin dilde dolanıma girmesi açısından anlam bilgisi, söz dizimi, ses bilgisi ve sözlük bilimi gibi birçok alanda çok yönlü bilgi sahibi olmaları gerekir. Doğaldır ki terim üretme konusunda uzman ve dil bilimcilerin birlikte çalışmaları gerekir.
Son Söz
İTÜ Türkiye’nin ilk ve en eski Teknik Üniversitesi olarak Türkiye’nin kalkınmasında görev üstlenerek, tüm mühendislik alanlarında ülkeye büyük eserler kazandırmış, birçok üniversitenin kuruluş ve gelişmesine katkıda bulunmuş, eğitim – öğretim, araştırma ve topluma yol gösterme görevlerini başarı ile yerine getirmiştir. Önümüzdeki yıllarda bu görevlerini geliştirerek sürdürme potansiyeline de sahiptir.
Türkiye’nin Bilim, Mühendislik ve Teknoloji Tarihi İTÜ’nün adı anılmadan yazılamaz.
Türkiye’de mühendisliğin öncü adı İTÜ’dür.
Kaynaklar:
Karaca, M. (Ed.) (2013). İTÜ ve Mühendislik Tarihimiz (Hazırlayanlar: M. Kaçar, T. Zorlu, B. Barutçu, A. Bir, C.O. Ceyhan, A. Neftçi) İTÜ Vakfı Yayınları, İstanbul.
King, J.P. (1993). The Art of Mathematics, First Ballantine Books Edition.
Linnebo, Ø. (2020). Philosophy of Mathematics. Princeton Foundations of Contemporary Philosophy, Princeton University Press, pp. 6-12.
Özok, A. F. (2015). Türkiye’de Matematik Eğitimindeki Genel Düzey Düşüklüğü. İTÜ Vakfı Dergisi, Nisan Haziran 2015, sayı 68, s.43-46.
https://www.ituvakif.org.tr/_files ugd/8db14c_8d2d8457a16a490d99cd7ace41c002e7.pdf Erişim tarihi: 14 Kasım 2023
Özok, A. F. (1990). Matematik ve Kültür (Üniversitenin öğretim yılı açılış dersi, 1 Ekim 1990) İTÜ Vakfı Dergisi, 1990-3, s. 17-23.
Sarıtosun, N. (1992). Terim Hazırlama Kılavuzu. İTÜ Yayınları, İstanbul.
Prof. Dr. Ahmet Fahri Özok
İTÜ İşletme Fakültesi