Planlama ve Kentsel Dönüşüm Perspektifinde Düşünceler
1999 Gölcük depremi ile Marmara Bölgesi’nin tamamının etkilenmesi ve riskin büyüklüğünün algılanmasının ardından, Deprem Yönetmeliği’nde yapı denetim, sigorta sistemleri geliştirilmiş, yerbilimsel çalışmalar gerçekleştirilmiş, deprem riskinin nasıl azaltılabileceğinin belirlenmesi için çeşitli pilot çalışmalar yapılmış, aynı amaçla 6306 sayılı kanun çıkarılmış ve envanter çalışmalarına yönelik çoğu GIS tabanlı sistemler oluşturulmuştur. Buna rağmen, 1985 yılından beri yürürlükte olan 3194 sayılı İmar Kanunu ve uygulamaya yönelik çeşitli diğer yasal araçlara uygun olarak farklı ölçeklerdeki planların afetler ve afetlere hazırlık anlamında tek başlarına yeterli olmadığı anlaşılmıştır.
Giriş
Konuyla ilgili uzmanlarca dünya çapında kayda değer büyüklük ve yıkım gücüne sahip olduğu ifade edilen 6 Şubat ve ardılı depremler, bölgedeki 11 ili can ve mal kaybı bakımından, ülke genelini ise başta ekonomik, demografik ve sosyolojik yönlerden olmak üzere ağır bir şekilde etkilemiştir. Tarihsel verilere göre Türkiye’de 20. yüzyıl başından günümüze can ve mal kaybına neden olan 250’nin üzerindeki depremin içinde en çok can kaybına neden olan ilk üç deprem 50 bin kayıpla 6 Şubat 2023 Kahramanmaraş depremi, 33 bin kayıpla 1939 Erzincan depremi ve 18 bin kayıpla 1999 Gölcük depremidir.
ADNKS 2022 verilerine göre 2023 Kahramanmaraş depreminden etkilenen 11 ilin toplam nüfusu 14 milyon kişidir. Bu nüfus, ülke nüfusunun yaklaşık %16.5’ine karşılık gelmektedir. Bu nüfusun 13.5 milyonunun kentleşmiş alanlarda, 500 bininin ise kırsal alanlarda yaşadığı tespit edilmektedir. Göç İdaresi Başkanlığı verilerine göre etkilenen 11 ilde ayrıca toplam 1.7 milyon geçici koruma kapsamında göçmen nüfusu bulunduğu anlaşılmaktadır. İçişleri Bakanlığı ve TÜİK verilerine göre de aynı bölgede 2.6 milyon yapı, bunların içinde yaklaşık 5.6 milyon bağımsız birim bulunmaktadır.
6 Mart 2023 itibarıyla Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı tarafından açıklanan verilere göre bölgedeki yapıların yaklaşık %27’si çeşitli derecelerde hasar almış durumdadır.
İstanbul’a gelindiğinde, ADNKS 2022 verilerine göre ilin toplam nüfusu 16 milyon kişidir. Bu nüfus ülke nüfusunun %18.7’sine karşılık gelmektedir. Büyükşehir olması nedeniyle nüfusun tamamının kentleşmiş alanda yaşadığı kabul edilebilir. Göç İdaresi Başkanlığı verilerine göre 2021 sonu itibarıyla il sınırları içinde çeşitli statülerde 1.1 milyon göçmen bulunmaktadır. TÜİK ve İBB verilerine göre ilde 1.16 milyon yapıda 4.7 milyon bağımsız birim bulunmaktadır.
İBB Deprem Risk Yönetimi ve Kentsel İyileştirme Dairesi Başkanlığınca 2 Mart 2023 tarihinde güncellenen veriler esas alındığında ildeki yapıların %42’sinin çeşitli derecelerde hasar alacağı hesaplanmaktadır.
İmar Mevzuatı’na göre Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın; yasal, yönetsel çerçeveyi hazırlama, kentsel dönüşüm, mesleki hizmetlerin geliştirilmesi ve eğitim çalışmalarının gerçekleştirilmesi, GIS, mekânsal planlama, yer bilimine yönelik çalışmaların gerçekleştirilmesi vb afet öncesi, hasar tespit, hasarlı binaların yıkılması, enkaz kaldırılmasına yönelik işlemler, altyapının yenilenmesi vb afet sonrası işlemlerin yürütülmesiyle ilgili görev, yetki ve sorumluluğu bulunmaktadır. Büyükşehir belediyeleri yine imar mevzuatı kapsamında meskûn ve gelişme konut alanları, sanayi, ulaşım, turizm vb sektör alanlarına yönelik genel arazi kullanım kararlarını içeren çevre düzeni planları ile bu planlara uygun olacak şekilde arazi parçalarının genel kullanış biçimlerini, başlıca bölge tiplerini, bölgelerin gelecekteki nüfus yoğunluklarını, çeşitli kentsel ve kırsal yerleşme alanlarının gelişme yön ve büyüklükleri ile ilkelerini, kentsel, sosyal ve teknik altyapı alanlarını, ulaşım sistemlerini belirleyen nazım imar planlarını, ilçe belediyeleri ise nazım imar planlarına uygun olarak yapılaşma koşulları, yaya, taşıt, raylı sistemler vb ulaşım sistemleri ile sosyal ve teknik altyapı alanlarının belirlendiği uygulama imar planlarının hazırlanmasıyla ilgili yine görev, yetki ve sorumluluğu vardır.
1999 Gölcük depremi ile Marmara Bölgesi’nin tamamının etkilenmesi ve riskin büyüklüğünün algılanmasının ardından, süreç içinde Deprem Yönetmeliği’nde art arda değişiklikler yapılmış, yapı denetim, sigorta sistemleri geliştirilmiş, yerbilimsel çalışmalar gerçekleştirilmiş, deprem riskinin nasıl azaltılabileceğinin belirlenmesi için çeşitli pilot çalışmalar yapılmış, aynı amaçla 6306 sayılı kanun çıkarılmış ve envanter çalışmalarına yönelik olarak ilgili bakanlıklar ve belediyeler nezdinde çoğu GIS tabanlı sistemler oluşturulmuştur. Buna rağmen, 1985 yılından beri yürürlükte olan 3194 sayılı İmar Kanunu ve uygulamaya yönelik çeşitli diğer yasal araçlara uygun olarak yukarıdaki çerçevede hazırlanan farklı ölçeklerdeki planların afetler ve afetlere hazırlık anlamında tek başlarına yeterli olmadığı anlaşılmıştır. Bu yetersizliğin temel nedenlerinden birinin planların teknik olarak eksikliğinden çok, özellikle 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile kurulan Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın (Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı-ÇŞİDB), kararnamede belirtilen çerçeveden çok daha kapsamlı bir şekilde mekânsal planlarla ilgili girişimde bulunmasından kaynaklandığı değerlendirilmektedir.
Söz konusu kararnamede ‘Görevler’ başlıklı Madde 2’de doğrudan plan yapma yetkisinin tanımlandığı fıkralar;
“ç) Her tür ve ölçekteki fiziki planlara ve bunların uygulanmasına yönelik temel ilke, strateji ve standartları belirlemek ve bunların uygulanmasını sağlamak, bakanlar kurulunca yetkilendirilen alanlar ile merkezi idarenin yetkisi içindeki kamu yatırımları, mülkiyeti kamuya ait olan arsa ve araziler üzerinde yapılacak olan yapılarda, milli güvenliğe dair tesisler, askeri yasak bölgeler, genel sığınak alanları, özel güvenlik bölgeleri, enerji ve telekomünikasyon tesislerine ilişkin etütleri, harita, plan, parselasyon planlarını ve değişikliklerini resen yapmak, yaptırmak, onaylamak ve başvuru tarihinden itibaren iki ay içinde yetkili idarelerce ruhsatlandırma yapılmaması halinde resen ruhsat ve yapı kullanma izni vermek.
d) Mekânsal strateji planlarını ilgili kurum ve kuruluşlarla işbirliği yapmak suretiyle hazırlamak ve mahalli idarelerin plan kararlarının bu stratejilere uygunluğunu denetlemek.
ğ) Gecekondu, kıyı alanları ve tesisleri ile niteliğinin bozulması nedeniyle orman ve mera dışına çıkarılan alanlar dahil kentsel ve kırsal alan ve yerleşmelerde yapılacak iyileştirme, yenileme ve dönüşüm uygulamalarında idarelerce uyulacak usul ve esasları belirlemek, bakanlar kurulunca belirlenen bu nitelikteki uygulamalar ile finans merkezleri ve benzeri özel proje alanları ve özel yapım gerektiren yapılaşmalar ile 2985 sayılı Toplu Konut Kanunu ve 775 sayılı Gecekondu Kanunu uyarınca Toplu Konut İdaresi Başkanlığı tarafından yapılan uygulamalara ilişkin her tür ve ölçekte etüt, harita, plan, parselasyon planı ve yapı projelerini yapmak, yaptırmak, onaylamak, kamulaştırma, ruhsat ve yapım işlerini gerçekleştirmek, yapı kullanma izinlerini vermek ve bu alanlarda kat mülkiyetinin kurulmasını sağlamak.” şeklindedir. Bunlara ilave olarak örneğin “Afet riski altındaki alanlar ile bu alanlar dışındaki riskli yapıların bulunduğu arsa ve arazilerde, fen ve sanat norm ve standartlarına uygun, sağlıklı ve güvenli yaşama çevrelerini teşkil etmek üzere iyileştirme, tasfiye ve yenilemelere dair usul ve esasları belirlemek” amacıyla çıkarılan 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun’a göre Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı “Riskli alanlara, rezerv yapı alanlarına ve riskli yapıların bulunduğu taşınmazlara ilişkin her tür harita, plan, proje, arazi ve arsa düzenleme işlemleri ile toplulaştırma yapma” gibi konularda da yetkili kılınmıştır.
İstanbul özelinde yetki alanlarına bakıldığında, Büyük-şehir Belediyesi, ilçe belediyeleri, ÇŞİDB, Tarım ve Orman Bakanlığı, Kültür ve Turizm Bakanlığı, İSKİ gibi ondan fazla kurumun plan yapma, yaptırma ve onama yetkisi bulunduğu görülmektedir. Şehirle ilgili üst ölçekli planlama deneyimi, yukarıda “d” fıkrasında bahsi geçen ‘kurum-kuruluşlar arası işbirliği’nin, örneğin 2009 yılında onaylanan 1/100.000 ölçekli İstanbul Çevre Düzeni Planı’nda, ‘planda gösterilmeyen’ 3. havalimanı, 3. köprü ve bağlantı yolları gibi kente etkisi yüksek yatırımlar nedeniyle hazırlık aşamasında bile sadece lafta kaldığının bir göstergesi olarak görülmektedir. Aşağıdaki şekilde farklı renklerle ifade edilen bölgelerde örneğin orman alanlarında yapılan madencilik ve enerji yatırımları, tarım alanlarında yapılan konut geliştirme girişimleri, rezerv ya da riskli alan ilan edilen yerlerde afet (deprem) riskini ne kadar azalttığı açıklanmayan projeler, koruma bölgelerindeki yapılaşma koşulları gibi kent genelini özellikle nüfus ve donatılar bakımından etkileme potansiyeli yüksek girişimlerden de çoğu zaman ‘bilgi’ ve bazen de ‘onay’ sürecinin bir adımı olarak ilgili kurumlara gönderildiğinde haberdar olunmaktadır. Yerel/merkezi yönetimin farklı partilerin yönetiminde olduğu kentlerde planlama çalışmalarındaki işbirliği eksikliği daha da keskinleşebilmekte, planlama yanında yatırım programlarının, kararlarının uygulanmasında da sorunlar çıkabilmektedir.
Şehir planlama ile bir başka sıkıntının üst ve alt ölçekli planlardaki planlama yaklaşımları olduğu düşünülmektedir. Özellikle 2000’li yılların başlarından itibaren geliştirilmeye başlanan stratejik planlama ve bunun şehir planlarına yansıyan stratejik mekânsal planlama yaklaşımı, DPT’nin ortadan kaldırılıp yerine bölge kalkınma ajanslarının kurulmasıyla bölge planlarından başlayarak sürdürülebilirlik, kaynakların etkin ve verimli kullanılması, halkın katılımı, şeffaflık hedefiyle ‘moda’ bir yaklaşım haline gelmiş, durum tespiti, vizyon, misyon, stratejik amaç ve hedefler, eylem planları, göstergeler, performans izleme ve değerlendirme gibi unsurlarıyla yaygın bir uygulama alanı bulmuştur. Nitekim yukarıda da bahsedilen 2009 onaylı 1/100.000 ölçekli İstanbul Çevre Düzeni Planı bu yaklaşımla oluşturulan, teknik olarak başarılı bir plan olarak görülebilir. Ancak üst ölçekli planlarda hiç değilse hazırlık aşamasında başarıyla uygulanan bu planlama yaklaşımının izleme ve değerlendirme ayağı, olasılıkla tek parti iktidarının sağladığı çoğunluk, denetim ve oy verenlerin sandıktan sandığa da olsa kontrol haklarını kullanmadaki tutumları ile birleşince tamamlanamamış, üst ölçekli planlar var olan ama bu varlık sebebi artık gerçek bir stratejik mekânsal planlama yaklaşımı olmayan bir çalışma, bir resim olarak kalmaya başlamıştır.
Diğer yandan yine teknik olarak sürdürülebilirlik, kaynakların etkin ve verimli kullanılması, halkın katılımı ve şeffaflık hedefleri içermesinde hiçbir engel bulunmayan alt ölçekli planlarda geleneksel planlama yaklaşımı aynen eskisi gibi devam etmiş, dar ve hatta zaman zaman yetkinliği kuşkulu ‘plancılar’ tarafından analiz-sentez-plan şeklindeki geleneksel yöntemlerle hazırlanan nazım ve uygulama imar planları, çoğu zaman üst ölçekli planların stratejik amaç ve hedefleri ve eylem planlarına da bakılmaksızın hazırlanıp uygulanmaya devam etmiş ve halen de devam etmektedir. Bu şekildeki planlama eyleminin son örnekleri 2023 Kahramanmaraş depreminin ardından bölgedeki şehirlerin yeniden planlama sürecinde ortaya çıkmış ancak 1950-60’lı yıllarda görülebilecek şekilde ancak bu sefer yetkinliği şüpheli, tanıdık, önceden birlikte çalışılmış ‘seçilmiş müellifler’ alt ölçekli planların yapımı için neredeyse ahbap-çavuş ilişkisiyle atanarak görevlerine başlamışlardır. Bu tür planlama yaklaşımlarının epey bir örneği baraj altında kalan yerleşimlerin taşındığı veya daha önce yaşanmış bazı afetlerin ardından gerçekleştirilen ‘afet evleri’ gibi monotip yerleşimlerde sıklıkla karşımıza çıkmaktadır. Yıkımın çoklu boyutuna bakılmaksızın sokak, cadde, yapı ölçeğinde bir tasarımın ve 3d’ler eşliğindeki tanıtım ve satışın yaratacağı kentlerin birkaç yıl içinde farklı disiplinlerin tartışma konusu haline geleceğinden kuşku duyulmamaktadır.
Değinilmesi gereken bir diğer konu kentleşme ve bağlı olarak kentsel dönüşümle ilgilidir. 1940-50’li yıllardan itibaren sanayi ve hizmet sektörlerinde çalışma amacıyla kentlere yönelen göç, İstanbul, Ankara, İzmir, Kocaeli, Bursa, Adana gibi kentleri tamamıyla hazırlıksız yakalamış, kimi zaman yerleşik kent dokusunun içinde, çoğu zaman da çeperlerinde plansız, yasadışı, haritacı parselasyonuyla özgülenen gecekondu-çarpık yapılaşmış alanların ortaya çıkmasına neden olmuştur. Yine İstanbul örneğinde bakıldığında, sayısız imar affıyla artık ‘yasallaşmış’ ama kök itibarıyla çarpık gelişmiş alanların halen kentsel yerleşmenin yaklaşık %60’ını oluşturduğu ifade edilmektedir.
Doku, nüfus, donatı alanları, ulaşım sistemi, yapı stokunun fiziksel yapısı itibarıyla bu alanların tamamı yasal anlamda olmasa da şehir planlama disiplini bakışıyla kentin potansiyel kentsel dönüşüm alanlarını oluşturmaktadır. 2004 yılında gerçekleştirilen ‘İstanbul Metropoliten Alanı Genelinde Kentsel Dönüşüme Yönelik Yeni Yerleşim Alan-larının Saptanması’ isimli çalışmada Sazlıbosna Baraj Gölü ile Küçükçekmece Gölü arasındaki kesimler, Zeytinburnu ve Sultanbeyli ilçelerinin tamamı, Alibeyköy sırtları, Anadolu yakasında Beylerbeyi, Çengelköy sırtları, Kadıköy, Maltepe, Kartal, Pendik ilçelerinin E5 üstünde kalan kesimleri, Sarıyer ve Beykoz’un bazı mahalleleri, Tarihi Yarımada ve Galata’da bazı mahalleler bu alanların kendi yerel yöneticileri tarafından potansiyel kentsel dönüşüm alanları olarak önerilmiştir.
İBB tarafından 2015 yılında hazırlanan İstanbul Kentsel Dönüşüm Stratejik Planı ve Master Planı kapsamında fiziksel yapı, mülkiyet, ulaşım, koruma bölgeleri, afet riskli alanlar, sanayi alanları, çarpık yapılaşmış alanlar, doğal ve tarihi alan verileri gibi çok sayıda parametre kullanılmış, çalışma sonucunda ilçe bazında müdahale alanları ve müdahale tipleri belirlenmiştir.
Günümüzde, yapılan tüm bu çalışmalarda belirlenen dönüşüm alanları, 6306 sayılı Kanun ve Gecekondu Kanunu’na bağlı olarak belirlenen, rezerv yapı alanı adı altında proje geliştirme alanları, yenileme, kentsel dönüşüm, özel proje alanı, gecekondu alanı gibi adlar altında gelir ortaklığı gibi yöntemlere uygun getiri potansiyeli yüksek alanlara indirgenmiş durumdadır.
Bu alanların 2030’a kadar 7 büyüklüğünde gerçekleşmesi olasılığı %64’e çıkan bir İstanbul depreminden zarar görebilecek alanların/yapıların ne kadarının kurtarılmasına yardımcı olacağı belli değildir.
Özellikle Kanal İstanbul (Yenişehir) güzergâhında belirlenen 40.000 Ha’lık rezerv alanda gerçekleşen arazi çalışmaları ve parça parça ihaleye çıkan veya özel girişim şeklinde yapımına başlanan konut alanlarında belirmeye başlayan birim satış bedelleri, alanda geliştirilen projelerin hiç de kentsel dönüşüm hedefli olmadığının açık kanıtı olmak durumundadır. Kentte riskli alan, rezerv yapı alanı, proje alanı vb. isimlerle belirlenen alanlarda birkaç istisna dışında kentsel dönüşüm amacıyla başlatılan çalışmalar, riskin büyüklüğü karşısında neredeyse yok hükmündedir. 2004 yılında 400’e yakın bilim insanının katkısıyla başlatılan Zeytinburnu Pilot Projesi’nin heyecanı kısa sürmüş, proje kapsamında ‘yerinde dönüşüm’ için ilçe içinde belirlenen potansiyel geçici/kalıcı konut alanları dahi bizzat yerel yöneticiler tarafından dönüşümle ilgisiz yeni konut projeleri haline getirilerek elden çıkarılmıştır. Kentin dönüşüme muhtaç alanları ya yerel yöneticilerin “Birleşip getirin 1500 m2 arsayı, %25 emsal artışı benden” türü teşvikler veya doğrudan rantın yüksek olduğu yerlerden başlayarak parsel ölçekli yenilemelerle kendiliğinden dönüşmeye başlamıştır. Ancak şimdilik görünen, zamanın, bu dönüşüm/yenileme hızının binaların depremde yıkılması riskinin bertaraf edilmesi için yeterli olmadığı yönündedir.
1999 Gölcük depreminin ardından olduğu gibi 2023 Kahramanmaraş depremi sonrasında da afet, kriz yönetiminden planlama sistemine, yapı denetiminden ilgili kurumların organizasyon yapılarına kadar pek çok konuda çözüm önerileri geliştirilmeye başlanmıştır. Afet, şehircilik ve planlama bağlamında bu öneriler aşağıdaki gibi özetlenebilmektedir:
1999 Gölcük depreminde olduğu gibi 2023 Kahraman-maraş depreminde de en önemli sorunlardan birinin iletişimin kesilmesi veya aksamasıyla ilgili olduğu ortaya çıkmıştır. Aradan geçen 24 yılda operatörlerin kayda değer bir strateji geliştirmedikleri, bu yönde yetkili kurumların düzenleme ve denetleme görevlerini de yerine getirmediği ortaya çıkmıştır. Bu sorunun en kısa zamanda çözülmesi gerekmektedir.
2023 Kahramanmaraş depreminin dinamiği, depreme dayalı verilerin güncelliğinin sorgulanmasına yol açmıştır. Başta yerbilimleriyle ilgili veriler olmak üzere, doğal ve yapılaşmış çevreyle ilgili envanter çalışmalarına yeterli kaynağın ayrılması ve en kısa sürede bu çalışmanın tamamlanması ve bilimsel çalışmalara da açık tutularak erişilebilirliğin sağlanması gerekmektedir.
Gerek 1999 gerek 2023 depremleri 3194 sayılı İmar Kanunu’nun ve bağlı diğer yasal belgelerin afet konusunda daha kapsamlı bir içeriğe sahip olması gerektiğini ortaya çıkarmıştır. 6306 sayılı Kanun kentsel dönüşümle ilgili bir temel oluştursa da başlıca uygulayıcı kurum niteliği taşıyan Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı ile TOKİ ve iştiraki Emlak GYO gibi kuruluşların parsel bazında kararlar alan plan tadilatçısı, proje geliştirici, iş dağıtıcı gibi rollerinden sıyrılarak kentsel dönüşümü önceleyen asli rollerine dönmeleri gerekmektedir. Bu bağlamda 6306 Sayılı Kanun’un İmar Kanunu’na entegre edilmesi, 6306’nın uygulanmasında karşılaşılan güçlüklerin gözden geçirilerek çözüm önerileri geliştirilmesinin de zorunlu olduğu düşünülmektedir.
Ülkede yaşanan her deprem, yapımcının kimliğini, yapıların depreme dayanımını, alınan mühendislik hizmetinin yeterliğini, işçiliğin kalitesini, denetimin etkinliğini tartışılır hale getirmektedir. Denetim konusunun genel olarak devletin aksak tarafı olduğu artık şüphe götürmemektedir. Ancak yapılaşmada denetimin etkinliğinin ve verimliğinin sağlanamaması, bir başka deyişle denetim görevinin layıkıyla yerine getirilmemesi, depremlerde ağır can kayıpları yanında ekonomik olarak toplumun geneline yayılan kayda değer bir yüke neden olmaktadır. Bu konuda yeniden bir organizasyon yapılması zorunlu görülmektedir.
Kentsel dönüşümün acil finansman gereksinimi 2023 Kahramanmaraş depremiyle bir kere daha ortaya çıkmıştır. 6306 sayılı Kanun’un kabulüyle epeyce tartışılan uzun vadeli, düşük faizli, kira öder gibi kredi olanakları günümüz ekonomik koşullarında artık sadece bir hayal olsa da buna olan gereksinim olanca ağırlığıyla ortada durmaktadır. ÖTV gibi 1999 depreminden sonra gündeme gelen fon kaynaklarının amacına uygun kullanılmasının sağlanması da dahil kentsel dönüşüm için bir finansman modelinin kurulması zorunludur.
Sonuç olarak; her depremden bazı dersler alınsa da bir sonraki depremde, hele olasılık hesaplarında geçtiği gibi 7 ve üzerindeki büyüklükteki bir depremde can ve mal kaybı olmaması pek mümkün görülmemektedir. O ana kadar geçecek süre, şu ana kadar yapılanlara bakıldığında hiç de yeterli olmayacaktır. Karar vericilerin şehircilik, mimarlık, inşaat mühendisliği, afet-kriz yönetimi gibi konularda popülizmi bir tarafa bırakıp konulara akılcı bir şekilde yaklaşmaları, depremlere karşı gereken hazırlık düzeyi için önemli bir ilk adım olacaktır.
Doç. Dr. Özhan Ertekin
İTÜ Mimarlık Fakültesi
Şehir ve Bölge Planlama Bölümü
Yararlanılan Genel Kaynaklar:
AFAD, İçişleri Bakanlığı, TÜİK, ÇŞİDB, TBMM
Diğer kaynaklar:
Ertekin, Ö. (Yür.), Eyüboğlu, E., Koramaz, K., Günay, Z., (2004) ‘İstanbul Metropoliten Alanı Genelinde Kentsel Dönüşüme Yönelik Yeni Yerleşim Alanlarının Saptanması’, İTÜ, Döner Sermaye İşletmeleri, 2004.
İPA, Kent Gündemine Bakış: İstanbul’un Kapısındaki Kriz: Deprem https://ipa.istanbul/yayinlarimiz/genel/kent-gundemine-bakis-istanbulun-kapisindaki-kriz-deprem/ Erişim: Temmuz 2023.
İBB, İstanbul Kentsel Dönüşüm Stratejik Planı ve Master Planı, İTÜ Döner Sermaye İşletmesi, 2015.