top of page

Benimle ne değişir? demeden…

Sürdürülebilir ürün geliştirme mühendisi Cemre Sıla Atılğan:



Kendinin en iyisi olmaya çalış, günlük hayatımızdaki davranışlarımızda yapacağımız değişiklikler ile alışkanlıklarımızdan vazgeçmeden daha sürdürülebilir bir yaşama sahip olabiliriz. “Benimle ne değişir” demeden, birey olarak etkimizi hafife almayıp adım atmalıyız. Bulunduğumuz sosyal çevre, profesyonel hayattaki rolümüz, bir kişiye daha fazladan ulaşmamızı sağlayarak büyük etkiler yaratabilir…
Yeni kuşak İTÜ’lülerin başarılı bir temsilcisi, kariyerini ve bireysel yaşamını bilinçli olarak sürdürülebilirlik üzerine kurgulamış olan Cemre Sıla Atılğan, öğrendiği her bilgiyi sade, yalın ve eğlenceli bir dile çevirerek sosyal medyadan paylaşıyor, bilinçli tercihleriyle hem örnek oluyor, hem farkındalık yaratıyor.

Yeni kuşak İTÜ’lülerin başarılı bir temsilcisi, kariyerini ve bireysel yaşamını bilinçli olarak sürdürülebilirlik üzerine kurgulamış olan Cemre Sıla Atılgan, öğrendiği her bilgiyi sade, yalın ve eğlenceli bir dile çevirerek sosyal medyadan paylaşıyor; bilinçli tercihleriyle hem örnek oluyor, hem farkındalık yaratıyor. Cemre Sıla, İTÜ mezunlarını tanıtmak amacıyla bu sayımızda başlattığımız ‘Geçmişten Geleceğe Nesiller Arası Öğrenmesi Serisi” nin ilk konuğu oldu.

Cemre Sıla Atılğan (solda) ve Nisanur Özçelik
Cemre Sıla, öncelikle kendinden kısaca bahseder misin?

Ben Cemre Sıla Atılgan. 9 Temmuz 1996 İzmir doğumluyum. İstanbul Teknik Üniversitesi Çevre Mühendisliği ve Makine Mühendisliği çift anadal mezunuyum. Şu anda da FORD OTOSAN’da sürdürülebilir ürün geliştirme mühendisi olarak çalışıyorum.

İTÜ’de çevre mühendisliği okurken makine mühendisliğinde çap yapmaya nasıl karar verdin? Seni bu tercihe yönlendiren neydi?

Üniversite sınavına hazırlanırken hedefim çevre mühendisliği değildi. İşletme mühendisliği istiyordum ve İstanbul Teknik Üniversitesi’nde okumak en büyük hedeflerimden biriydi. Bir üniversite bitireceksem orası İTÜ olmalıydı. Sınav sonucum beklediğimden düşük geldi. Bu yüzden araştırırken seçebileceğim en uygun bölümün çevre mühendisliği olduğuna karar verdim. Okula başladığımda bölümle ilgili çok fikrim yoktu; bu yüzden, benden önce mezun olanlarla konuştum, bölümü araştırdım. Hazırlık ve 1. sınıf bittikten sonra bölümü sevdiğime karar verdim. Böylece işletme mühendisliği aklımdan tamamen çıkmış oldu. Aynı zamanda bölümde kendimi daha fazla geliştirmek için daha fazla teknik bilgim olması gerektiğini düşündüm. Çevre mühendisliğinin disiplinler arası bir bölüm olduğunu fark ettim. Makine mühendisliği, kimya mühendisliği, biyoloji alanında çalışanlar ve inşaat mühendisliğinin bazı alanlarında çalışanlarla… Bütün bu meslek grupları ile birlikte bir bölümde okurken ileride bir projede çalışırken daha fazla söz sahibi olmak istediğim için kendimi teknik alanlarda daha fazla geliştirmek istedim. Okula girdiğim günden beri bölüm değiştirme fikrim olduğu için ortalamamı elimden geldiği kadar yüksek tutmak için çalıştım ve 1. sınıf sonunda bu ortalamam ile makine mühendisliği ile çap yapmaya karar verdim.


Makine mühendisliğini düşünmeye başladığımda çevremde bu bölümü okuyan birçok insan, bunun çok zor olacağını düşünerek “Yapma, kendine yazık etme” gibi söylemlerde bulunmaya başladı. Fakat ben yine de çap tercihimde ilk sıraya makine mühendisliğini yazdım ve kazandım. Aslında okurken de “Benim burada ne işim var” diye kendime çok sordum. Çünkü okuması zor bir bölümdü, çok fazla kalıplara sıkışmıştı ve ben çok teknik detaylarda boğulmak isteyen bir insan değildim. Buna ek olarak ben başka bir bölüm daha okuyordum. Fakat şu an bulunduğum konumda “İyi ki” diyebiliyorum.


“Makine mühendisliği okurken özellikle bitirme döneminde, tamamen bilgisayar başında yalnızca tasarımsal ve analiz yaparak ilerleyemeyeceğimi fark ettim. Çevre mühendisliği okurken ise “İşin зok fazla teorik kısmı var, peki pratikte neler yapılabilir” sorusu beni daha fazla araştırmaya teşvik etti.”

İki farklı mühendislik bölümünden mezun olmuş biri olarak yapmak istediğin mesleğe nasıl karar verdin?

İki bölümde de neyi yapıp neyi yapamayacağımı gördüm. Aslında başlangıçta sektörü tanıma konusunda uzak kaldım. Çünkü öğrencilik hayatımızda stajların kapsamı dolayısıyla okuduğumuz bölümün profesyonel hayattaki rolüne uzak kalabiliyoruz. Bu durumun, bir noktada bizim hatamız, bir noktada da özel sektörün hatası olduğunu düşünüyorum. Çünkü okulda çok akademik yetiştiriliyoruz. Hocalarımız çok fazla kitabi bilgi veriyor. İş hayatında bu bilgileri nasıl kullanacağımız konusu hep açık kalıyor. Zorunlu stajların zaman anlamında kapsayıcı ve yeterli olduğunu düşünmüyorum. Zorunlu stajlar; bulunduğunuz birimi, firmayı tanımak için oldukça kısa bir süre. Bir de ek olarak genelde öğrencilerin bu süreçte ilk aklında olan zorunlu oldukları bir süreyi doldurup raporlarını tamamlamak oluyor. Bu noktada uzun dönem stajlara öncelik verebilmek çok önemli. Bireysel olarak bu konuyla ilgili çabalamak gerekiyor.


“İTÜ kendimi geliştirmek için açtığım bir kapıydı. Çünkü İTÜ bana mesleki hayat nasıl olabilir, ne gibi zorluklarla karşılaşabilirim, bilgiyi nasıl elde etmeliyim, karşılaştığım zorluklara nasıl cevaplar vermeliyim gibi soruların cevaplarına teknik olarak nasıl ulaşabileceğimi öğretti ve kimi zaman da bunu pratikte yaşadım.”


Makine mühendisliği okurken özellikle bitirme döneminde, tamamen bilgisayar başında yalnızca tasarımsal ve analiz yaparak ilerleyemeyeceğimi fark ettim. Çevre mühendisliği okurken ise “İşin çok fazla teorik kısmı var, peki pratikte neler yapılabilir” sorusu beni daha fazla araştırmaya teşvik etti. Yani ben kişisel olarak neyi yapmak isteyip neyi yapmak istemediğimi fark ettim. Bu noktada staj süreçlerim bana çok yardımcı oldu. Yaptığım iki staj da iş hayatım için oldukça yol gösterici rol oynadı. Mesela okurken yenilenebilir enerji (biyogaz, rüzgâr, güneş vb.) alanında çalışmak istediğimi söylüyordum. Daha sonra ilk saha stajımda pilot ölçekli bir biyogaz tesisinde ve onun laboratuvarında görev aldım. Sonrasında fark ettim ki aslında istediğim tam olarak bu değildi. Ne yapmaya nasıl karar verdiğim konusunda stajlardan sonra öne çıkan nokta ise okumak ve araştırmak oldu. “Dünyada neler oluyor, neler değişiyor” sorularını düşünerek okudum ve araştırdım. Sürdürülebilirlik hep duyduğumuz bir kelimeydi ama bununla ilgili global kaynaklar üzerinden okumalar yaptığımda bir şeylerin değişebileceğini ve hatta değiştiğini görmek beni şu anda bulunduğum konuma yönlendirdi. Sadece öğrenciyken bunun tam karşılığını bilmiyordum. Bu noktada yaptığım stajlar benim için çok önemli oldu ve merak ettiğim bu konuyu iş hayatımla nasıl eşleştirebileceğimi görmüş oldum. Bu yüzden tavsiyem; yapılabiliyorsa uzun dönem stajlar yapmak, kurumsal kimliği olan kişilerle diyaloglar kurmak. Çünkü sektörden ne kadar koparsak ne yapmak istediğimizi o kadar bilemiyoruz. Sadece teknik ve teorik bilgi alarak mesleğimize karar veremeyiz.



İTÜ senin için ne ifade ediyor? İTÜ’de aldığın eğitimin kariyer hedeflerine etkisi hakkında neler söyleyebilirsin?

İTÜ benim için çok şey ifade ediyor. Geçen günlerde okula bir söyleşi için geldiğimde şunu fark ettim: Öğrencilik zamanımda bazı günler kapısından içeri girdiğimde “Bitsin artık” dediğim çok olmuştu. İçinde çok üzüldüğüm zamanlar olmasına rağmen bana çok şey kattığını düşünüyorum. En önemlisi bana çok güzel bir bakış açısı kattı. İTÜ kendimi geliştirmek için açtığım bir kapıydı. Çünkü İTÜ bana mesleki hayat nasıl olabilir, ne gibi zorluklarla karşılaşabilirim, bilgiyi nasıl elde etmeliyim, karşılaştığım zorluklara nasıl cevaplar vermeliyim gibi soruların cevaplarına teknik olarak nasıl ulaşabileceğimi öğretti ve kimi zaman da bunu pratikte yaşadım.

Bence üniversite farklı insanlar tanımak için çok önemli bir yer ve İTÜ bunun için çok büyük bir alan. Ben liseden mezun olduğumda ailemin bana sunduğu imkânlar doğrultusunda kendimi iyi geliştirdiğimi sanıyordum. Fakat İTÜ’ye geldiğimde özellikle de hazırlıkta farklı bölümlerden insanlarla tanıştığımda insanların çok farklı alanlara ilgi duyduğunu, aslında kendi hayatımda hiç konusu olmayan durumların başkalarının hayatlarında önemli roller oynadığını gördüm. İyi anlamda ya da kötü anlamda. İTÜ, benim için çok büyük bir dünyaydı ve bakış açımı zenginleştirmek adına bana çok fazla şey kattı.

Okulu bitirmeden FORD OTOSAN’ın aday mühendis programında çalışmışsın. Bunun meslek hayatındaki seçimlerine nasıl katkıları oldu?

Meslek hayatımı seçmemde çok büyük bir katkısı oldu. Daha önce de söylediğim gibi özel sektörü görmek bizlere mesleki yol haritamızda çok büyük eşlik ediyor. Ben FORD OTOSAN’da "Gelecek Takımı Programı"na başladığımda sürdürülebilir malzemeler üzerine çalışan bir ekipte görev aldım. Orada daha çok geri dönüştürülmüş ve yeniden kullanılabilir malzemelerin araçlarda kullanım alanını gördüm. Fakat burası benim için bir iş alanı değildi, çünkü bilgim dışında çok fazla konu vardı. Tabii ki öğrenip oraya uygun bir iş alanı oluşturabilirdim. Ama aslında bu staj benim için ne yapmak istediğime karar verirken kullanacağım iletişim ağını oluşturmamı sağladı. Aynı zamanda özel sektörü, burada nasıl bir yerim olabileceğini görmemi, büyük bir firmanın böyle bir dönüşüm yapabileceğini fark etmemi sağladı. Uzun dönem staj sürecimin sonunda şu anki ekip liderim ile yollarımız kesişti. Kendisi sürdürülebilir ürün geliştirme çalışmalarını yürütmekteydi ve bu çatıda bir ekip kurmaya çalışıyordu. Bu tanışma bana profesyonel hayatta ne yapabileceğimi gösterdi.

“Meslek hayatıma başlamadan önce çevre mühendisi olmamın da etkisi ile birlikte sürdürülebilirlik alanında neler değiştiğini teknik anlamda ve eğlenceli bir dille aktarabileceğim bir alan oluşturdum. Şu an iş hayatımla birlikte hem endüstri alanındaki sürdürülebilirliği hem de bireysel hayattaki sürdürülebilirliği iç içe yürütüyorum.”


Şu anda FORD OTOSAN’da sürdürülebilir ürün geliştirme mühendisi olarak çalışıyorsun. İşinin içeriğinden kısaca bahseder misin?

Tabii ki bahsederim. Benim bulunduğum bölüm AR-GE departmanına bağlı. Ben sürdürülebilir ürün geliştirme takımında yer alıyorum. Sürdürülebilir ürün geliştirme takımı altında üç temel konu başlığı var. Bunlar; geri dönüştürülmüş ve yeniden kullanılabilir malzemelerin araçlara uygulanması, döngüsel ekonomi çalışmaları ve LCA çalışmaları ile ürünlerin ve süreçlerin karbon hesaplamaları. Ben şu anda iki alanda aktif olarak çalışıyorum. Birincisi döngüsel ekonomi alanı, burada daha çok elektrikli araçların döngüsel ekonomisi üzerine çalışıyoruz. Bir ürünün lineer ekonomisi; o ürünü üret, kullan ve tüket olarak ilerler. Bu noktada o ürün için döngüsel ekonomi modeli oluştuğunda atık olacak olan ömrünü tamamlamış ürünü değer zincirine tekrar dahil ederek ürün olarak kullanılması sağlanabilir. Döngüsel ekonomi alanında araç içerisinde ömrünü tamamlamış bataryaların ikincil kullanımı ve geri dönüşümü üzerine çalışıyorum. İkinci çalışma alanım ise karbon hesaplamaları, burada yaşam döngü analizleri üzerine çalışıyorum. Bir ürünün, bir sürecin veya bir parçanın karbon ayak izini hesaplayıp bilim temelli hedefler doğrultusunda (SBTI) karbon ayak izini azaltmak için neler yapılabilir konularında raporlar hazırlıyorum. Tabii bu iki alanda da yalnız değilim, ekip arkadaşlarım ile çalışmaktayız. Aynı zamanda şirket içerisinde ‘Bilim Temelli Hedefler’ kapsamında FORD OTOSAN’ın karbon nötr yol haritası özelinde çalışan ekipte yer almaktayım. Bu çalışma grubunda tedarikçi ve ömrünü tamamlamış ürünlerin karbon ayak izi üzerine çalışıyorum.


Bildiğimiz üzere şu anda sosyal medyada bir içerik üreticisisiniz. Ve bu etkileşimi, işinle de alakalı bir konu olan sürdürülebilirlik başlığı altında kurguluyorsun. İş hayatınla birlikte bu ilişkiyi nasıl sağlıyorsun?

Sosyal medyada doğrudan mesleğimle bağlantılı olarak bir içerik üreticisi değilim. Daha çok bireysel sürdürülebilirlik yolunda attığım adımlar üzerine paylaşımlar yapıyorum. Fakat meslek hayatıma başlamadan önce çevre mühendisi olmamın da etkisi ile birlikte sürdürülebilirlik alanında neler değiştiğini teknik anlamda ve eğlenceli bir dille aktarabileceğim bir alan oluşturdum. Şu an iş hayatımla birlikte hem endüstri alanındaki sürdürülebilirliği hem de bireysel hayattaki sürdürülebilirliği iç içe yürütüyorum. Bu durum içeriklerime de yansıyor. Çünkü araştırdığım ve okuduğum yazılar artık endüstriyel dönüşümleri de içerisinde barındırıyor. Her öğrendiğim bilgiyi elimden geldiğince sade, yalın ve eğlenceli bir dile çevirerek paylaşmaya çalışıyorum.


İş-yaşam dengesine baktığımızda ise tabii ki zorlandığım kısımlar oluyor. Çünkü 07.30-17.00 arası çalışıyorum. Fakat işimi sevdiğim için iş saatleri dışında da alanımda okuma yapmanın beni beslediğini düşünüyorum. Bireysel anlamda da içerik üretmek zamanımı alıyor. Fakat bunu da severek yaptığım için kendimi motive edici noktalar bulabiliyorum.


“Almanya’da insanların atık kültürünü öğrendim. Fazla atık çıkarmadan hayatlarını nasıl yaşadıklarını gördüm. İnsanların atıklarını tanıdığını ve değer verdiklerini gördüm. O atıkları doğru şekilde ayrıştırdıklarında tekrar döngüye dahil edebiliyorlar. Atık ünitelerinin kilitleri var ve bu sayede kimin doğru ya da yanlış şekilde ayrıştırma yaptığını bilebiliyorlar, atıklarının sorumluluğunu alıyorlar.”

İnsan nüfusunun artışı, tüketimin artması gibi faktörlerle sürdürülebilirlik konusu günümüzde ciddi bir gündem oluşturuyor. Sosyal medyada böyle bir konuyla ilgili içerik üretmek planladığın bir şey miydi?

Öncelikle şunu söylemek istiyorum ki, sürdürülebilirliğin popüler bir kültür haline dönüştürülmüş olması ve yalnızca bir söylem olarak algılanması beni üzüyor. Sürdürülebilirliğin birçok tanımı var ve sürdürülebilirlik, yalnızca çevre demek değildir. Hayatımızın birçok alanında sürdürülebilir şekilde yaşayabiliriz. Hiçbirimiz ya da hiçbir kurum %100 sürdürülebilir değildir. Aslında bu konu bir gri alandır. Bu yüzden benim için en önemli nokta elimizden gelenin en iyisini yapmak. Her gün sürdürülebilirlik konusunda kendimizle ilgili daha iyisini yapmaya çalışırsak çok daha sürdürülebilir bir yaşam kurabiliriz.


İçerik konusunda ise bununla ilgili bir planım yoktu. Fakat ailevi olarak da daha doğal yaşamaya çalışan bir aileyiz. Benim farkındalığımı geliştiren zaman dilimi ise Almanya’da geçirdiğim staj sürecim. Almanya’ya staj yapmaya gittiğimde sürdürülebilirliğin bireysel hayatta sağlanabileceğini fark ettim. Almanya’da insanların atık kültürünü öğrendim. Fazla atık çıkarmadan hayatlarını nasıl yaşadıklarını gördüm. İnsanların atıklarını tanıdığını ve değer verdiklerini gördüm. O atıkları doğru şekilde ayrıştırdıklarında tekrar döngüye dahil edebiliyorlar. Atık ünitelerinin kilitleri var ve bu sayede kimin doğru ya da yanlış şekilde ayrıştırma yaptığını bilebiliyorlar, atıklarının sorumluluğunu alıyorlar. Türkiye’ye döndüğümde hayatımda değişiklikler yapmaya başladım ve yakın çevremle bunu paylaşmaya başladım. Daha sonra “Bunu daha fazla kişiye ulaştırabilir miyim” diye düşünmeye başladım. Hep şunu söyledim: Ben bir kişiye fazladan ulaşabilirsem o da bir kişiye fazladan ulaşabilir ve bu sayede çok daha geniş bir kitleye ulaşabilirim. Sonuç olarak bu konularla ilgili içerik üretmeye başladım ve sosyal medyada birbirinden öğrenen bir topluluk haline gelmeye başladık. Paylaşım iki taraflı oluyor çünkü sadece ben bir şey aktarmıyorum, aynı zamanda bu yolculuğu paylaştığım kişilerden de öğrenimler elde ediyorum. Hep şu örneği veriyorum: Sürdürülebilir bir yaşam için alışkanlıklarımızdan vazgeçmeden davranış değişikliği yaratmalıyız. Ben sosyal medyada “Take your bottle” olayını bir hareket haline getirmeye çalıştım ve bence güzel de bir ilgi topladı. Fakat birey şişe taşıma alışkanlığına sahip değilse veya bunu edinmeye çalışmıyorsa, bir matara ya da termos alması ve onu kullanmayıp kenara koyması yalnızca tüketim olacaktır. Yani aslında benim sürdürülebilirlik için attığım bir adım, başkasının çerçevesinde farklı bir yansıma oluşturabilir. O nedenle bireysel farklılıklarımızı tanıyarak, birbirimize eşlik ederek adımlarımızı kendimize göre oluşturmalıyız. Kendi hayatımda attığım adımları paylaşmak, öğrenirken aktarmamı sağlıyor. Bu yolda da elimden geldiğince ilerlemeye devam etmek istiyorum.


Sosyal medyada kurduğun etkileşimin takipçilerin üzerindeki etkisiyle ilgili neler söyleyebilirsin?

Birinin hayatına eşlik edebilmek çok değerli bir şey. İnsanlar benden ilham aldıklarını aktarıyor, bu çok kıymetli. Nasıl bir çevre mühendisi olunabileceğini ya da sürdürülebilir bir yaşam için ne gibi adımlar atılabileceğini fark ettiklerini söylüyorlar. Bu konularla ilgili atılan mesajlar beni çok mutlu ediyor. Ama bunlar aslında benim sayemde değil. Ben sadece kişilerin kendi hayatlarında attıkları adımların bir noktasında eşlikçi olabiliyorum. Beni buna dahil edenler aslında beni takip eden insanlar. Sadece ben bir şeyler paylaşıyormuşum gibi duruyor ama aslında karşılıklı çok fazla paylaşım ve iletişim oluyor. Etkileşimin bu yönde çok büyük bir boyutta olduğunu söyleyebilirim.

“Ben bir kişiye fazladan ulaşabilirsem o da bir kişiye fazladan ulaşabilir ve bu sayede çok daha geniş bir kitleye ulaşabilirim. Sonuç olarak bu konularla ilgili içerik üretmeye başladım ve sosyal medyada birbirinden öğrenen bir topluluk haline gelmeye başladık. Paylaşım iki taraflı oluyor çünkü sadece ben bir şey aktarmıyorum, aynı zamanda bu yolculuğu paylaştığım kişilerden de öğrenimler elde ediyorum.”

Mezun-üniversite ilişkileri bağlamında sürdürülebilirliği nasıl değerlendirirsin? Üniversitenin mezunları ile sürdürdüğü bağ hangi alanlara nasıl yansır?

Üniversitenin mezunları ile sürdürdüğü bağ konusu özel sektör tarafında çok etkili. Aynı kültürü almış kişiler birbirini destekliyor. Çünkü karşı taraftaki kişinin işi nasıl yapacağını bilebiliyor. Ben FORD OTOSAN’da çalışıyorum ve çalışma arkadaşlarımın birçoğu İTÜ mezunu. Çünkü birçok liderimiz İTÜ mezunu ve karşısındaki bir başka İTÜ mezunu kişinin nasıl çalıştığını ve bir olaya nasıl yaklaşacağını tahmin edebiliyor. Tabii ki bu durum, farklı okullarda da bence bu şekilde. Çünkü bir noktada kişi de kendine çok fazla şey katabilir. Ama ne olursa olsun mesleki alanda rol sahibi kişiler aynı ekolle yetişmiş başka birine daha yakın hissedebiliyor ve güvenebiliyor.


Yeni mezun olacak arkadaşlarımıza tavsiyelerin neler olur?

Hiçbirimiz kolay bir şekilde hayatımızı idame ettireceğimiz mesleğe karar vermiyoruz. Ben de kolay karar vermedim. Konuşmamızın başlarında da söylediğim gibi işletme mühendisi olmayı düşündüm, mimar olmayı düşündüm. Sonrasında farklı bir yol haritası çizdim. Hayatımızdaki deneyimler ve yaşadıklarımız bize bu yolda yardımcı oluyorlar. Ben sürdürülebilirlik konusunda çalışmaya karar vermeden önce yenilenebilir enerji alanında çalışmak istiyordum. Bu alanda staj yaptım. O stajı bulmam da hiç kolay olmadı. Erasmus stajı bana bir anda sunulmadı. Farklı okulları, hocaları araştırdım. Hocalarla iletişime geçmeye çalıştım, mülakatlara girdim ve ne yapmak istediğimi anlatmaya çalıştım. Önce kendi içimde ne yapmak istediğimi tanımladım. Bu tanımı yapmak da kolay olmadı. Çünkü bütün hayatımızı bir meslekle geçireceğiz. Tabii ki hayat şartlarıyla birlikte bu değişebilir. Farklı alanlara geçilebilir, hobimizi meslek haline getirebiliriz. Belki ben bu noktada ikisini de yapabilmiş biri olarak şansını kendi yaratanlardan sayılabilirim. Ama bu yolculuk kolay olmadı.


Mezun olduğumda “Ben şimdi ne yapacağım, benim bu dünyadaki etkim ne olacak” gibi sorularla karşı karşıya geldim. Ben bundan sonra hayatıma nasıl devam edeceğim ya da başka birinin hayatına nasıl etki edebilirim? Hayatımın en kötü dönemlerinden bir tanesiydi diyebilirim. Çünkü hayatımda çok fazla belirsizlik vardı. Mezun olacağım, yurtdışına mı gideceğim, yüksek lisans mı yapacağım, yoksa sanayiye/endüstriye mi atılacağım, bireysel hayatımda nasıl adımlar atacağım gibi sorularla birlikte hepsinin karmaşasını yaşadığım bir dönemdi. Sonrasında bununla ilgili bir destek aldım. Çünkü hepimizin hayatında kafasındakileri sesli söylemeye ve paylaşmaya ihtiyaç duyduğu anlar olabiliyor. Ben de ‘Mindfulness koçluğu’ aldım ve o dönemde bana çok iyi geldi. O an kendimde göremediğim ve belki sesli olarak söyleyemediğim şeyleri fark ettim. Bunları fark ettikten sonra aksiyona geçirmeye başladım.


Bize kültür olarak hep kolumuzda bir altın bilezik olması söylendi. Mühendis, doktor, avukat olmak hep en üst seviyede gibi gösterildi. Ben hiçbir alanın birbirine göre iyi- kötü, üst-alt diye değerlendirilmesini doğru bulmuyorum. Burada asıl önemli olan, bulunduğumuz konumda birey olarak yaptığımız işe nasıl ve ne kadar katkı sağladığımız. Ben Sıla olarak sürdürülebilirlik alanında çalışırken o işe ne kadar katkı sağlayabiliyorum. Yalnızca rutinimde bana gelen işleri mi yapıyorum yoksa bir adım öteye taşımaya çalışıyor muyum? Kendinden bir fark katıyor musun?


Röportaj: Nisanur Özçelik

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page